en çok favorilenenleri (23)

başlık listesine taşı
  • !kılıçdaroğlu babala tv yayını

    bu yayını da izledikten sonra toplum olarak sorun yaşadığımızı düşündüğüm birkaç şeyden iyice emin oldum sorular üzerinden.

    - fikir değiştirme hakkımız kabul görmüyor. insanı ufku açılabilen bir varlık olarak tanımıyoruz. soruların çoğu dün öyle dediniz bugün niye böyle diyorsunuz minvalinde. birbirimize de böyle yaklaşıyoruz çoğunlukla. hatamı gördüm, fikrim değişti, eksik düşünmüşüm, büyük resmi görememişim vs. bunlar nedense samimiyetsizlikle bağdaştırılıyor, inandırıcı gelmiyor. programdaki en belirgin örneği 28 şubat çerçevesinde sorulanlar. birini dinleyip kendi fikrimizi değiştirebileceğimiz ihtimaline de tedirginlikle yaklaşıyoruz. sanki fikrimiz değişirse önceden söylediğimiz her şeye ayıp edecekmişiz ya da sahtekarlık olacakmış gibi.

    elbette yanardönerlikle fikir değiştirmenin arasında bir fark var, bunu da samimiyet testine sokarak, karşımızdakinin ne dediğine, değişen fikrini nasıl açıkladığına bakarak anlayabiliyoruz zaten.

    - aslında kendi yaşamımızı etkileyen, gündelik hayatımıza yansıyan gündemleri siyasetle ilişkilendirememek. soruların tamamı medyatik. karşına muhalefetin cumhurbaşkanı adayı gelmiş, yirmilerinde genç birisin. soracağın, dertlendiğin bir sürü şey var pkk da pkk. bu anlamda en sevdiğim soru yayının sonunda herkes ayaklanınca kütahya ilçe örgütünde yaşadığı sorunu dile getiren genç oldu. kılıçdaroğlu'nun cevabı da sonda kaldığı için kaçmamıştır umarım. toplanın, inisiyatif alın, örgütlenin örgütü domine edenleri devirin, siz genç değil misiniz nasıl gücünüz yok dedi. dört dörtlük cevaptı bana kalırsa.

    - yukarıda söylediğimden yola çıkarak gördüğüm bir diğer şey "her şeyi devletten beklemek". biz bir kağıda mührü basalım gerisini yetki verdiklerimiz halletsin. e sen neredesin? diyebiliriz ki onlar bu iş için bir dolu maaş alıyor yapacaklar tabii. başlı başına yurttaşların kendi yönetimine katılacağı bir sürü mekanizma var. dahil olsan ne gerek var bu kadar maaş almalarına diyeceğimiz noktaya da geliriz belki. pkk da pkk. hiç sokağa çıkıp artık şu sorunu çözün dedin mi? bu işlere çok para harcadınız dedin mi? eşek yüküyle vergi ödüyoruz bir kere hesap sorduk mu? pkk da pkk.

    - herkesin üniversite diploması var. çoğunluk telefona bakıyor. iki cümleyi bir araya getirip soru soramıyoruz. soracağımız soruya dair ifade etmek istediğimiz üç beş cümlelik öncül bilgiyi kafadan söyleyemiyoruz. bu bana gerçekten merak ettiklerimizi mi soruyoruz diye düşündürüyor tekrar.

    - genç kuşağın partisine bakmadan iyi kötü hepsinin iklim krizi konusunda duyarlılığı ya da bilgisi var. bir kişi de çıkıp mutabakat metninde bu konuyla ilgili sıkıntıları sormuyor. et üreteceğiz diyor kimse demiyor ki sürdürülebilir yapacak mısınız, hayvansal ürün endüstrisinin iklim krizine etkisini göz önünde bulundurdunuz mu bu formülü geliştirirken? samandağdan bilmem nereye kadar sanayi bölgesi, madenler şunu bunu yapacaksınız. millet madene karşı orman işgal ediyor siz bunu hiç düşünmediniz mi? ya siz bilmem kaç maddelik metin yazmışızsınız çıkıp bir kişi de bu metni sormadı, niye anlatamadınız diyen bile yok. pkk da pkk.

    ben çok böyle cümleler kurmam da dayanamıyorum bu kez, allah bu aptallığın karşısında hepimize sabır versin.

  • daha güzel yaşamak parayla mı?

    öncelikle şunu söylemeliyim:

    omlet yaparken başlayan bir düşünce silsilesi ya da yağmurdan kaçarak yaşanan bir akşamüstünün canlılığıyla paylaşılanlarla tahminim diğerleri de kendi yaşamlarından tecrübelerle yola çıkılarak yazılanları keyifle okudum. ben de, bu haller çok hoşuma gittiğinden bir günden yola çıkarak yazayım.

    açılan kimi başlıklarda verdiğim örneklerde denk gelen olmuştur, köyde yaşayan bir yazarım. buraya gelişimin en üst başlık olarak gerekçesi elbette doğal, sade ve küçük bir yaşamdı. büyüdüğüm şehirde buraya gelişime kadar yaşadığım hayata bakılırsa da bunu büyük ölçüde başarmış durumdayım. beş yıldır buradayım. yaklaşık bir buçuk yıldır da bir ilişkim var. birlikte yaşıyoruz. sevgilim gelene kadar karşılayabildiğim en lüks şeyler internet faturam ve birlikte yaşadığım bir köpeği doyurup sağlık giderlerini karşılayabilmekti. sevgilimin gelişiyle bunca yıldır kullandığım otostop yöntemi yerine motorsiklete binebilmek ve + iki kedi ve bir köpeği daha besleyebilmek lükslerim sıralamasında ilk ikiye yerleşti.

    bunca küçülme merakına rağmen, bu küçük hayatımda maddi olanakların sağladığı bu iki lüksten baya memnunum ve hayatımı da daha güzel yaptı açıkçası. örneğin, motorsiklet bizim için ihtiyaçları temin etmenin yanı sıra kendimizi dağlara vurmak için de çok önemli bir hale geldi. yürekleri köyü de geçip iyice yabana çekilmek isteyen bu çift için bu hayalle bağlantıda kalmak ilişkiyi de canlı tutuyordu. mesela benim yaratıcılığımı tetikliyor, onun için de gündelik yaşamdan kaçıp nefes almak için bir aralık yaratarak motivasyonunu artırıyordu. bu arada, her ikimizin de bolca yalnız geçireceği zamana ihtiyacı var, oluşumuz böyle. motorsikletin bize bu alanı tanımak açısından da çok önemli bir katkısı vardı.

    bir noktada maddi olarak zorlandığımız için motorsikleti sattı. bu süreçte kimi zaman eş dosttan pazara gidip gelmek için ya da birkaç günlüğüne emanet araç aldığımız oldu. ama dağ yollarına emanet vurulmaz, orman gezilerimiz sonlandı tabii. aylardır çalışılan saatlerin haricinde ihtiyaçları karşılamak için pazara gidip gelmek veya köy içi dolaşmak dışında evdeydik.

    yaklaşık iki ay önce uygun fiyatlı bir motorsiklet denk gelince, taksitli olması şartıyla karşılama hesap kitabını da yapınca bir motorsiklet edindik. ama iki aydır elimizde olmasına rağmen bu gezileri çoktan unutmuş halde garip bir rutinin içinde sıkılıp duruyorduk. ben doğru düzgün yazmıyor boyalarıma dokunmuyorum, o da aylardır oltayı şurasını burasını tamir etmek bahanesiyle bile eline almıyor mesela.

    geçenlerde uyanınca tabiri caizse kafası geldi ve yola çıktık, dağın öte yüzüne. akşam saatlerinde eve vardığımızda ruhumuz yıkanmış gibiydi. dün o balık tutmaya gitti ve gözlerinin içi gülerek döndü, ben de birkaç gündür yeni bir resme girişmiş durumdayım. canlandık, içimiz gıdıklandı, neşemiz yerine geldi.

    rutinlerine aşırı düşkün biri olarak rutinin de "daha olanı" sağlayabileceğini düşünüyorum. rutinlerimi uygulamak benim "daha sağlıklı" olmamı sağlıyor mesela. angelo'nun yazıda parmak basmak istediği şeyi doğru anladıysam buna biraz da katılarak, ister maddiyatla karşılanabilir olsun ister ruhani bir deneyim onu akıl etmedikçe, istemedikçe, aramadıkça, peşine düşmedikçe pek de gerçekleştirilebilir olduğunu düşünmüyorum. buna rutin de dahil ki bir rutini bilinçli olarak sürdürebilmek için sıkı bir motivasyon gerekiyor, eğer daha'nın peşindeysek. benim anlattığım hikayede para aslında daha güzel yaşamamızı sağlayan bir rutinin gerçekleştirilebilmesi için bir araç. fakat iki aydır evin önünde duran motorsikleti birinin dağ patikalarına doğru sürmeyi akıl etmesi gerekiyordu.

    acaba ismail angelo'nun gördüğü gibi gerçekten alışkanlıkla mı yapıyor bunu yoksa hayatının "daha …" olmasına katkısı var mı bu rutinin? sanırım burada da angelo'nun ismail'i bizden daha iyi tanıyor olmasının bunu bir alışkanlıkla yaptığını söylemesinde etkisi var, bu bilgiye sahip oluşuyla ortaya koyduğu yargılar biraz üstten bir dil duymamıza neden oluyor gibi gibi.

    bir de, ilk elden başlığı okuyunca aklımıza gelenler, yazdığın konuyu okurken birer gözlük takmamıza sebep oluyor ister istemez. "para" kelimesi hafiften gölge düşürüyor sanki. benim "daha güzel yaşamak parayla mı?" cümlesine yazından azade vereceğim yanıtlar çok daha farklı olurdu. bu açıdan uğur ismail'i görüyor ve artırıyorum. ***

  • romatoid artrit (ra) nedir?

    yaşam boyu benim de bedenimde ve ruhumda etkisi olacak hastalık. ben hediye olarak görüyorum. ancak sağlık tavsiyesi vermekten çok korktuğum için bunu anlatmayacağım. belki tavsiye niteliği taşımayacak bir şekilde ifade edebileceğime inanırsam yazarım altına bir gün. peki, nedir bu türkçe'de iltihaplı eklem romatizması olarak da bilinen romatoid artrit?

    romatoid artrit, eklemlerde iltihap, şişkinlik, ağrı ve ileri seviyelerde şekil bozukluklarına sebep olan, bağışıklık sisteminin gereği gibi çalışmamasıyla eklemlere "saldırarak" sinovyum adında eklem sıvısı sağlayan zarların astarına zarar veren kronik otoimmün bir hastalıktır. genellikle el, diz ve ayak bileği eklemlerinde görülür ve çoğunlukla vücudun iki tarafındaki eklemleri de (her iki el, her iki diz gibi) etkiler. sadece bununla kalmaz, bazı hastalarda gözler, kalp, dolaşım sistemi akciğerler gibi vücudun diğer bölgelerinde de sorunlara neden olur.

    sevgili doktorumun bu hastalık için mottosu: öldürmez süründürür ki yüzde yüz katılıyorum.

    hastalığın olayı şu:

    normalde bakteriler, virüsler gibi dış güçlerle mücadele etmeye programlı bağışıklık sistemim zannediyor ki dış güçler beni ele geçiriyor. gidiyor bedenimin öz evladı hücrelerime saldırıyor. iltihaplı kimyasallar salgılıyor, eklemlerimin sorunsuz hareket etmesini sağlayan dokulara atağa geçiyor. aslında ortada hiç mevzu falan yok, iç mihraklık bir durum da yok. velhasıl, sinovyum dediğimiz bu yapı iltihapla beraber kalınlaşıyor. eklemlerde kızarıklık, şişlik başlıyor ve allahım maçı bitir dedirtecek ağrılara sebep oluyor.

    bunlar bir romatoid artrit hastasında en görünür belirtiler. ancak bu hastalığın görünmeyen pek çok etkisi de var. kronik halsizlik, yorgunluk, brainfog diye anılan bir tür dalgınlık hali (annemin idrak edemediği şeylerden biri mesela kızım sen beynini mi aldırdın dediği noktalarda bu halde olduğum), sabahları uyandığınızda kişiye göre değişmekle birlikte bir süre vücutta ciddi bir katılık hissi, eklemleri hareket ettirememe, genellikle iltihap nedeniyle bu hastalıktan muzdarip olmayan kişilere göre vücut ısısının yüksek olması. yaşam kalitesini ciddi anlamda düşüren şeyler bunlar.

    bir de alevlenmeler (flare) var. bir çeşit atak gibi görebiliriz bunu. ra semptomları gelip gidici, geldiği zamanlarda bu flare dönemleri. günlerce de sürebilir aylarca da. kimi zaman işe gidebilecek düzeyde yaşarsınız bunu kimi zaman ağrıdan kendinizden geçerek yatağa yapışırsınız. ben gerçekten böyle noktalarda bayılıyor muyum uykuya mı dalıyorum hala emin değilim.

    kronik romatoid artritte, parmaklarda eklem deformasyonları nedeniyle şekil değişiklikleri olabiliyor. swan neck ve boutonniere görülen formlardan. benim sol yüzük parmağımda boutonniere formunda deformasyon var, gerçekten hareket kabiliyetini sınırlayan bir şey.

    gözlerde kuruluk, ağrı, iltihap, kızarıklık, ışığa hassasiyet, görmede sorunlar; ağızda kuruluk, diş eti iltihabı, enfeksiyon; deride romatoid nodüller; akciğerlerde nefes darlığı, yara ya da iltihaplanma; damarlarda, sinirlerde, deride ve diğer organlarda hasara yol açabilen iltihaplanmalar; kanda normalden düşük kırmızı kan hücresi bulgusu; kalpte kaslara ve çevresine hasar verebilecek iltihaplanma, ileri düzeyde lenfoma gibi çeşitli sorunlara da yol açabiliyor.

    bir de kostokondrit (costochondritis) var. kaburgaların göğüs kemiğine yapışmasını sağlayan kıkırdak dokularda iltihaplanma. göğüste ani ve şiddetli ağrıya neden oluyor. kalp krizi geçirdiğinizi düşündüren bir ağrı saplanıyor ancak ağrının yeri itibariyle kalp hastalıklarındaki göğüs ağrısından ayrılıyor. doğrudan ra ile ilgili olan bir şey değil. ancak ra'dan kaynaklanan iltihaplanmanın buradaki kıkırdağa da zarar vermesi mümkün ve romatolojik hastalıklara sahip kimselerde de rastlanıyor. bunu deneyimlemekten biraz korkuyorum.

    ben eklemlerimdeki durum dışında yukarıdaki belirttiklerimden gözlerle ilgili olanları deneyimliyorum. gözlerimdeki incecik damarlarda sıklıkla kanamalar oluyordu ve bu nedenle gittim göründüm. sonuç olarak ra kaynaklı aşırı kuruluk ve iltihapla ilgili olduğunu öğrendim.

    hastalığın teşhisinde sağlık hikayesinin yanı sıra, fiziksel gözlem dışında kan testlerine ve saptanamayan durumlarda mr ya da ultrason gibi görüntüleme yollarına başvuruluyor. bu görüntülemelerde temelde kemiklerin ne kadar erozyona uğradığına bakılır ancak hastalığın erken evrelerinde bunların saptanması mümkün olmayabilir. bu nedenle kan testlerinde genellikle a'dan z'ye her şeye bakılır ancak özellikle aşağıdakiler gibi romatoid artritle ilişkilendirilen bir takım verilere:

    eritrosit sedimantasyon (esr) – yani kırmızı kan hücreleri olarak bilenen ve solunum sistemiyle vücuda giren oksijenin doku ve organlara aktarılmasına vesile olan eritrositlerin tortulaşma ve dibe çökme (sedimantasyon) hızına bakılır. iltihap olduğu takdirde bazı protein yapıları kırmızı kan hücreleri ile daha çabuk buluşur ve daha hızlı çökmeye neden olur. iltihap varlığı, otoimmün hastalıklar ve kanserli dokular için çok önemli bir testtir.

    c-reaktif protein (crp) – karaciğerde üretilen bir protein olan bu arkadaşın vücudun enfeksiyon, tümör, travmalara yanıt vermek gibi bir görevi var. crp konsantrasyonunun artması vücut ısısının yükselmesine ve akyuvar sayısının artmasına neden olur. bunu vücut iltihaplanmaya neden olan etkeni ortadan kaldırmaya çalışmak için yapar. sağlıklı insanlarda bu çok düşüktür. ra olduğu durumlarda yüksektir.

    romatoid faktör (rf) – bağışıklık sistemi tarafından üretilen bir otoantikor kendisi. antikorlar dış mihraklara saldırırken rf gibi otoantikorlar vücudun kendi hücre veya dokularının bazı yapılarına karşı üretilir, iltihap ve yangıya sebep olur.

    anti siklik sitrüllenmiş peptid (anti-ccp) – bu bir antikordur. yukarıda açıkladığımız rf romatoid artrit teşhisinde sıklıkla kullanılsa da buna özgü bir kan değeri değildir. diğer romatolojik hastalıklar, kronik karaciğer hastalıkları gibi farklı durumlarda da kullanılır. bu nedenle romatoid artrit hastalığına daha özgü olan anti-ccp oldukça önemli bir bulgu haline gelmiştir.

    rf ve anti-ccp'nin birlikte pozitif çıkması hastalığın önemli bir düzeyde ilerlediğine yönelik bir bulgudur. elbette her ikisinden birinin pozitif çıkması da ileri testlerin yapılması konusunda uyarıcı bulgulardır. ra hastası kişilerin %60-70'inde anti-ccp bulunmaktadır.
    haklı olarak diyebilirsiniz ki neden oluyor?

    bu hastalık nedeni haaaalaaa araştırılmakta olan ve tam olarak şudur sebebi denilecek bir saptamanın mevcut olmadığı bir hastalık. kalıtsal durumlar, düşme vb. travmalar, hormonlar, bir takım enfeksiyonların uzantısı, bağırsaklardaki bazı durumlar… bu kısım o kadar uzun ve ben o kadar çok okudum ki inanın anlatırken işin içinden çıkamam, üzgünüm.

    ra tedavisinin temel odağı iltihaplanmayı en aza indirmek mümkünse durdurmak, semptomları hafifletmek, eklem ve organ hasarlarını önlemek, yaşam kalitesini artıracak önlemler alabilmek ve uzun vadeli sorunları "geciktirmektir."

    ağrı kesiciler, steroid olmayan antienflamatuvar ilaçlar (nsaıd), doğal hormon gibi davranarak iltihabı azaltan kortikosteroidler, hastalığı modifiye eden antiromatizmal ilaçlar (dmard) ve hedefli dmard'lar, biyolojikler denilen yine dmard'ların özel, farklı ama oldukça kuvvetli ve çeşitleri olan türü ilaçlar kullanılmaktadır. dmard'ların vücudun mikroplarla mücadele gücünü düşürüp vücudu enfeksiyona açık hale getirdiğini belirtmek gerekir.

    ra görünür eklem bozulmaları olmadığı takdirde dışarıdan görebileceğiniz bir şey değil. benim gibi bunla yaşayanlara tek söyleyeceğim, lütfen çevrenizdekileri bilgilendirin bu konuda çünkü biliyorum ki vücudumuz her zaman bizden beklenenleri karşılayabilecek şekilde çalışmıyor. etrafınızda ra ile yaşayan biri varsa da lütfen onunla iletişim kurarken bunu hep aklınızda tutun. kimi zaman matkapla bileklerimizi deliyorlarmış gibi ağrılar yaşıyoruz ve kronik ağrılarla yaşamanın psikolojik yükü gözden kaçırılmaması gereken bir unsur. okuyun, sosyal medyada bu hastalıkla ilgili deneyimlerini paylaşan bireylere bi' göz atın, dinleyin bunla yaşayanları (instagram'a rawarrior yazın ve sadece otoimmün hastalığı olanların yaptığı sayısız meme'i görünce bile şaşıracaksınız)

    romatoid artritle ilgili yurtdışında ve türkiye'de çalışan çeşitli sivil toplum örgütleri ve araştırma merkezleri var. daha fazlası için hem kaynak olarak kullandığım hem de daha fazla bilgi edinilebilecek linkleri buraya bırakıyorum.

    türkiye'den:
    türkiye romatizma araştırma ve savaş derneği , https://www.trasd.org.tr/
    (niye savaş dediklerini hala sorguluyor olsam da)
    türkiye romatoloji derneği, https://www.romatoloji.org/

    dış kaynaklar:
    arthritis foundation, https://www.arthritis.org/
    american college of rheumatology, https://rheumatology.org/
    versus arthritis, https://www.versusarthritis.org/
    john hopkins arthritis center, https://www.hopkinsarthritis.org/
    arthritis society of canada, https://arthritis.ca/
    archives of rheumatology, https://www.archivesofrheumatology.org/
    ra warrior, https://rawarrior.com/

  • !yazarların burada olma nedeni

    atsam atılmaz satsam satılmaz entelektüel kardeşlerim bu işe giriştiği ve biliyorum ki bu kişiler hep liberal liberal şeyler yazacaklar, dengeleyici insanların olması lazım diye düşündüğüm için buradayım. bunlar ldp'ye oyverir, bunlar kapitalizm düşkünüdür, aristokratöver bu kişiler evde battaniyeye sarılıp romalı taklidi yapmaktadır, bu hınzır desenli fötrlüler ne yapmaya çalışmaktadırlar!

  • nezihe muhiddin

    düşünür, yazar, hak savunucusu ve gazeteci olan nezihe muhiddin, bu topraklarda yaşamış en önemli siyasi figürlerdendir. feminist harekette elbette yeterince anılıyor olsa da yaygın olarak daha çok insan tarafından bilinmesi ve konuşulması gerektiğini düşündüğüm kişilerden biridir.

    osmanlı devletinde kadının sosyal yaşama aktif katılımı, cumhuriyet sonrasındaysa kadınların siyasal hakları için mücadele eden ve türkiye'de kadın hareketinin öncülerinden olan nezihe muhiddin türk kadın yolu dergisini ve henüz cumhuriyet halk fırkası bile kurulmadan önce, kadınlar halk fırkası'nı kurdu daha sonra bu parti türk kadınlar birliği adını alarak dernek statüsünde çalışmalarına devam etti.

    1908 yılında meşrutiyetin yeniden ilanıyla özgürlük rüzgarlarının tekrar esmesi sayesinde henüz 19-20 yaşlarında olan nezihe muhiddin ve arkadaşları da kendileri için sosyal ve siyasal yaşamda daha görünür bir yerin hayalini kuruyordu. 1900'lerin başında dünyada benzer hareketler canlanmaya başlamıştı, ingiltere ve amerika'da süfrajetler konuşuluyordu. bu dönemde osmanlı kadınlarının bu hareketine "nisaiyyun" (kadınlara ait) adı veriliyordu. tüm meslek alanlarında var olabilmek, üniversiteye gitmek, siyasal haklarını almak isteyen bu kadınlar yine bu dönemin sivil itaatsizlik havasını fırsat bilerek gündelik yaşamlarında da yalnız başına uzak yerlere yürümek gibi sıradanın dışında davranışları toplumsal hayatta alışılageldik kılmak için cesaret toplamıştı. eğitimli kadınlar canlanmış ve pek çok dernek kurmuş, dergilerde yazıp gazetelere makale göndermeye başlayarak eyleme geçmişlerdi. bu alanlarda aktif olmaya başlamak kadınlar için aynı zamanda kamusal alanda varlık göstermek için de bir başlangıçtı.

    bu çalışmalar sürerken nezihe muhiddin, kız idadi mektebinde fen bilimleri öğretmenliğine başladı, halide edip ve şükufe nihal gibi dönemin öncü kadınlarıyla orada tanıştı. savaştan önce çeşitli okullarda müdürlük yaptı ve savaş döneminde okulunu dikimevine dönüştürerek hastanede öğrencileri ile birlikte hastabakıcılık görevini üstlendi. çalışma hayatı dışında kendini kadın hakları çalışmaları ve edebiyata verdi. ilk romanı şebab-ı tebah (kaybolan gençlik) 1911 yılında yayımlandı. hayatı boyunca 20 roman ve öykü, makale, piyes ve benzeri sayısız eser kaleme aldı. 1913 yılında türk hanımları esirgeme derneği'nin kuruluşunda yer aldı ve aynı dönemde donanma cemiyeti'nin kadınlar şübesininde kurucularından oldu. toplumsal dayanışmaya yönelik faaliyetlerde bulunan bu kurumlarda çalışmalarını sürdürürken asıl hedefinin kadınların siyasal hakları olduğunu unutmadı ve sonrasında istanbul'un işgali ardından toplanan milli kongre'de delegeler arasındaydı.

    muhiddin, on üç kadın arkadaşıyla bir kadın komitesinin kurulmasını zaruri görmüş ve 15 haziran 1923 tarihinde darülfünun salonunda bir araya gelerek kadınlar halk fırkası adında bir parti kurmaya karar vermişti. dönemin basınında da yer alan parti programı, henüz sanayi devriminin sınıfsal çatışmaları ortaya çıkaracak biçimde gerçekleşmediği osmanlı devleti ve yeni cumhuriyette, bağımsızlık savaşı ruhuyla bir araya gelen toplumun birliktelik hissine zarar verecek her türlü yapılanmaya karşı bir düşünce akımı olarak nitelendirilebilecek önleyici mefkurecilik (mefkure ideal, ülkü anlamına gelmektedir) üzerine şekillenen bir ideolojik zemine sahipti. bu düşüncenin etkisi halkçılık ilkesinde de görülebilir. partinin kuruluşu sekiz ay sonra reddedildi, mevcut seçim kanuna göre kadınların siyasi temsilinin mümkün olmaması nedeniyle faaliyet izni alamadı.

    parti programından seçme ve seçilme hakları çıkarılarak nezihe muhiddin başkanlığında türk kadınlar birliği adında bir derneğe dönüştürüldü. derneğin amacı kadınları düşünsel ve sosyal alanlarda geliştirerek modern bir düzeye getirmekti. 1924'te yine muhiddin öncülüğünde kadınların kendi imkanlarıyla çıkarmaya başladığı kadın yolu dergisinde siyasal taleplerle ilgili çalışmalar sürdürüldü.

    1925 yılı geldiğinde henüz kadınlara siyasal haklar tanınmamış olmasına rağmen tbmm'de kadınların siyasal haklarını gündemleştirmek amacıyla dernek halide edip ve nezihe muhiddin'i milletvekilliği için aday gösterdi. adaylıkları cumhuriyet halk fırkası tarafından reddedildi. diğer yandan, dernek yine 1925 tarihli bir kararname ile kamuya yararlı dernekler arasında değerlendirildi.

    türk kadın birliği 1927 yılında kadınların başlangıç olarak belediye seçimlerine katılmasının da hararetle tartışıldığı hareketli bir kongre gerçekleştirdi. cumhuriyet halk fırkasından bir namzet gösterme ihtimali tartışıldı ve bu konu meclise de taşındı. aday gösterilmek istenen kenan bey tepkiyle karşılaşınca hem kendisi hem de türk kadınlar birliği adaylıktan vazgeçti ancak nezihe muhiddin kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınması için mücadelelerinden vazgeçmeyeceklerini sert bir dille beyan etmişti. kongrenin ertesi günü heyet seçimlerinde ve idarede yolsuzluk yapıldığı iddiaları ortaya atıldı. aynı yılın temmuz ayında hükümet derneğin bir süre kapatılması ve nezihe muhiddinin yargılanması için işlemlere başladı. bu suçlamalardan sonra muhalifler önerge ile olağanüstü kongre topladı ve nezihe muhiddin'i ihraç etti. bu suçlamalara karşı çıksa da yoğun bir şekilde eleştirilen muhiddin de türk kadın birliği'nden vazgeçti. valiliğin sahtekarlık ve emniyeti suiistimal gerekçesiyle açtığı dava 1929 yılında af kanunu ile düştü. 1929 yılında gazi osmanpaşa erkek orta mektebinde fizik ve hayvanat dersleri veren muhiddin bir erkek ortaokuluna atanan ilk kadın öğretmen olarak buradan emekli oldu.

    1930 yılında belediye kanunu tartışılırken kadınların seçme ve seçilme hakkı tekrar gündeme geldi. nezihe muhiddin istanbul'da cumhuriyet halk fırkasına ilk kez kaydedilme şerefine erişmişti ancak müracaat tarzı uygun olmadığı için geçersiz sayıldı. serbest cumhuriyet fırkasına katıldıktan sonra suat derviş'le birlikte istanbul belediye seçimleri için sokak sokak gezerek fırka namzetleri lehine propaganda yaptı ve konferanslar verdi. scf'ye bağlı olduğu düşünülen kadın varlığı derneği için de suat derviş'le birlikte çalışmalar yürüttü.

    serbest cumhuriyet fırkası'nın kapatılmasından sonra istanbul halkevi neşriyat şubesinde idare komitesi azalığı yaptı. 1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasıyla 8 şubat 1935 yılında kadınların ilk kez katıldığı seçimde istanbul'dan bağımsız adaylığını koydu ancak bir sonuç elde edemedi.

    avrupalı kadın derneklerinin de dikkatini çeken türk kadın birliği uluslararası kadın derneğine üye olarak alındı. nezihe muhiddin türk kadın birliği başkanlığı sürecinde çeşitli ülkelerdeki kadın hareketleri ve bu hareketlerin bir araya gelmeye çalıştığı uluslararası örgütlerle de ilişkiler kurmuştu. nezihe muhiddin'in ihraç edilmesinden sonra göreve gelen latife bekir bu çalışmaları devam ettirdi ve geliştirdi. kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi üzerine bu sonuç uluslararası kamuoyunda da dikkat çekti ve 12. uluslararası kadınlar birliği kongresi, türk kadın birliği ile anlaşarak nisan ayındaki kongre'yi istanbul yıldız sarayında gerçekleştirdi. hedefine ulaştığını belirten türk kadın birliği mayıs ayında kendini feshetti. ancak 1949 yılında yeniden kuruldu.

    iki kez evlilik yapan nezihe muhiddin'in ilk eşi muhlis bey ve ikinci eşi memduh tepedelenligil'dir. ancak nezihe muhiddin hiçbir zaman bu soyadını kullanmadı. 10 şubat 1958'de istanbul'da bir akıl hastanesinde vefat etti ve zincirlikuyu mezarlığı'na defnedildi.

    gençlik yıllarından itibaren kadınların siyasal hakları için mücadele eden ve sayısız eser kaleme alan nezihe muhiddin aynı zamanda deli doluluğu, şen şakraklığı, yazılarında ve cevaplarındaki mizah ve inatçılığıyla şüphesiz ki türkiye'deki kadın hareketinin, bu topraklarda yaşayan kadınların türlü hallerini siyasal alana yansıtmasıyla en önemli öncülerinden biridir.

    kaynaklar:
    aslı davaz, eşitsiz kız kardeşlik: uluslararası ve ortadoğu kadın hareketleri, 1935 kongresi ve türk kadın birliği, iş bankası yayınları, 2014

    damlanur küçükyıldız gözelce, ataturkansiklopedisi.gov.tr,
    https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/nezihe-muhiddin-1889-1958/

  • hırs ile azim arasındaki fark

    biriyle kolayca duvarı delebilecekken ötekiyle duvara toslama ihtimali yüksektir.

  • !en büyük korkunuz nedir?

    yapmam talep edildiğinde hüngür hüngür ağlama, kalp çarpıntısı, sadece ellerde değil tüm bedende titreme, boğazda düğümlenme, dizlerin tutmaması gibi aşırı tepkiler verdiğim bir korkum var. onun dışında da hiçbir şeyden korkmadığımı iddialı bir şekilde söyleyebilirim.

    korkum: basamak araları boş olan merdivenlerden inmek çıkmak, tahtalarının arasında mesafe olan köprülerden ve aralarında boşluk olan kayalıklar gibi yerlerden geçmek.

    merdivense ağlaya ağlaya oturarak iner ve dizlerimin üzerinde sürünerek çıkarım. köprüyse hava buz gibi olsa da sudan geçerim. kayalıksa aralarına girip diğerine tekrar tırmanarak geçerim. bu konu ile ilgili beni vurun daha iyi noktasındayım ve tedavi bile olmam hakkında konuşmak istemem.

    arkadaşlarımın elinde buna dair viral olabilecek potansiyelde videolar var yapmak zorunda kaldığım anlardan. bu arkadaşlarım ve elimi tutup zorla geçirenler, arkamdan itenler kara listemde.

  • !14 mayıs gecesi dinlenebilecek parçalar

    link

    boğazında kalsın.

  • !toplu taşımada yaşlılara yer verilmeli mi?

    belki kahveden dönen amca bütün gün hoş beş edip piştirik oynamıştır ama 30 yıl zor koşullarda çalışıp emekli olmuş hayatın yorduğu biridir ve bu emeği verdiği yıllarda tutulduğu kemik erimesi, romatizma gibi dışarıdan görmediğiniz dertleri vardır.

    belki o teyze gezmelerden dönüyordur ama beş çocuk doğurup büyütmüştür ve astım hastasıdır, bunca emeğine rağmen yine emekli maaşından üç beş torunlarına bir şeyler almaktan dönüyordur.

    belki o gördüğün türbanlı kadın (yaşlılardan ayırdığın için genç olduğunu varsayıyor ve sen türbanlılığına değdiğin için değiyorum) hiç de istemeyerek aile zoruyla türban takıyordur ve senin gibi bir anarşisttir kalpten.

    bağırarak konuşuyorsa belki kulağı duymuyordur.

    şövalye yüzüğü, tuğralı yüzük, göktürklü yüzük vs. takıyorsa bu onun kendi dünyasıdır. birileri de sana atıyorum lucifer dövmeli, küpeli, renkli saçlı, kısa etekli, garip grup tshirtlü olduğun için yer vermiyordur, hak mı bu?

    toplu taşımada birine yer vermek, bir döngüdür. bugün sana yarın ona. kaldı ki yaşlılara yer vermek de bir döngüdür, yukarıda bahsettiğim insanlık durumları birinin yaşına ya da tipine bakılarak bilinemeyeceği gibi bu yaşlı insanların gençken kaç kişiye yer vermiş olabileceği de bunlara bakarak bilinebilecek şeyler değildir.

    imanımızın gevrediği şu popüler tabirle kutuplaştırmayı tersine de yapmasak iyi olur. toplu taşımada ayakta yolcu almayı eleştirelim mesela, ayakta yolcu almayı gerektirecek kadar az aracın olmasını, şehrin bu kadar kalabalık olmasını, ayakta yolcu kapasitesi kurallarla belirlenmiş olmasına rağmen aracın dışına taşacak kadar yolcu alan şoförü falan eleştirelim mesela. ama insanları ayrıştırıp tipine göre muamele etmeyi ve ötekileştirmeyi yaşa hürmet, ihtiyacı olana destek gibi birbirimizi görmeyi hatırlatan eylemlere sokmayalım.

    kimliğe göre muamele epeyce normalleşmiş olabilir bu memlekette ama normal değil. toplu taşıma gibi hizmetleri toplumun ihtiyaçlarına uygun olarak alabiliyor olsak kimse kimsenin tipine bakmaz. nefreti ya da toplu taşıma gibi kamusal ihtiyaçların karşılandığı alanlarla ilgili hoşnutsuzlukları aynı senin gibi o aracı sadece kullanan sıradan vatandaşa yöneltmek işin kolayı. hakkını arayacağın ve alamadığın hizmetin hesabını keseceğin onlar değil, kamu görevlileri ve ulaştırma politikaları, harcamaları, stratejileri.

    tabii ki tersine çok yorgunsan ve oturuyorsan kimseye yer vermene gerek yok. seni yargılayan gözlerle bakan biri varsa somurtmak yerine iletişim kurarsın, dersin ki amca çok yorgunum okuldan geliyorum ve açım. ayakta durursam bayılabilirim. kimse de bir şey demez bu hale. iletişim ve birbirimizi görmek asıl konu. vermediği hizmet yüzünden milleti birbirine düşürmek bu 20 yılın yönetim kumpası, inadına düşmemek lazım buralara. bu toplumda herkes acınası halde, herkes yorgun. acınası halde olmayanlar da jeep'e biniyor zaten.

    ve ama onlar bana aynısını yapıyor gibi bir cevap varsa da aynı davranışla cevap vermek pek vasat bir karşılık. balık bilmezse halik bilir. halik öyle bilir ki sen yaşlandığında bir yer verinin olur.

  • şalvar davası

    *** fazlaca spoiler içerir***

    aristophanes'in lysistrata adlı eserinden sinemaya ve türkiye'de zamanın mevcut durumuna uyarlanan harika bir film. 1983 yılında kartal tibet yönetmenliğinde çekilen filmin başrol oyuncuları müjde ar ve şener şen. pek tabii sinemanın halil ergün, ihsan yüce, tuncay akça, gökhan mete, pembe mutlu, ayten erman, sırrı elitaş, sevil üstekin gibi kıymetli oyuncuları da oynamakta. bu noktada başarılı bir uyarlama ortaya koyan filmin senaristi, asılacak kadın, kupa kızı, çıplak vatandaş, namuslu gibi müjde ar ve şener şen'in oynadığı filmlerin yönetmenliğini ve senaristliğini yapmış olan başar sabuncu'yu saygı ve rahmetle analım.

    sayamayacağım kadar çok güldüğüm şener şen mimiği var filmde ve konusu itibariyle de çok seviyorum filmi. köyde kadınlar ağanın tarlasında çalışıyor, çocuk bakıyor, ev işlerini yapıyor, su taşıyor ve yetmezmiş gibi her akşam kocalarının uçkuru yüzünden cinsel ilişkiye zorlanıyorlar. köyde herhangi bir gebelikten korunma yönteminden bihaber olunduğu için devamlı hamile kalıyorlar, köy çocuk dolu. erkekler kadınlar hamileyken de rahat durmadığı için bu süreçte de ayrı zorlanıyor. erkeklerse sabahtan akşama kahvedeler, nerede kadın görseler göz dikiyor akşamı zor ediyorlar. köyün ağası ömer (şener şen) bu durumdan çok memnun. hem tarlasındaki işler yürüyor hem de gelecekte bu işleri yapacak yeni işçiler büyüyor.

    elif (müjde ar) ise vaktiyle kocası ile beraber şehre gitmiş, orada kocası bir iş kazası nedeniyle vefat edince evini, bahçesini satmak niyetiyle köye dönüyor. artık kılığı kıyafeti, düşünceleri, konuşmaları değişmiş. köye geldiğinde tüm erkekler başına üşüşüyor, başta ömer ağa olmak üzere.

    evinin önünden geçen kadınların halini gördükten sonra evi satıp gitme planını biraz ertelemek zorunda kalıyor. kadınların evlerindeyken bu durumdan kurtulması için birkaç çözümü deniyor. mesela kasabadaki doktordan gebeliği önleyici yöntemlerle ilgili afişler, broşürler alıyor. kadınlara prezervatif dağıtıyor, ağa önlerini kesiyor. yataklara uzanan çanlar bağlıyorlar ve kim çanı çalarsa onun evine bir bahane ile gidip kadınları dışarı çıkarıyorlar, ağa fark ediyor bu yöntem de yalan oluyor. ertesi akşam kadınlar sağlam bir dayak yiyerek yine yatağa girmek zorunda kalıyor. iş şiddete varınca artık kadınlar evlerdeki silahları alıp çocukları da evde bırakarak elif'in evine sığınıyor ve şenlik başlıyor.

    çocukların bakımından tarlada çalışmaya, su taşımaktan yemek yapmaya tüm işler bir anda erkeklere kalıyor. erkeklerin kadınların yaptığı her bir işi yaparken pes ettiği yerlerde ömer ağanın tekrarladığı bir repliğin film içerisinde akıp gitse de çok etkili olduğunu düşünüyorum. her seferinde:

    "ya bunlar kadın, kadın halleriyle bu kadar işi yapıyorlardı da siz niye yapamıyorsunuz?"
    "ama onlar kadııın…"
    "e siz de erkeksiniz!"

    ömer ağa için kimin sömürüldüğü önemli değil, ömer ağa tarlasındaki işlerin sekteye uğramamasını istiyor sadece. evinde iki kadın var ve o bu dertlerin hiçbiriyle karşılaşmadığı için anlamıyor da aynı zamanda. burada, erkeklerin pes ettiği noktalardaki diyaloglarda sınıfsal farklılıklar da pek ince işlenmiş.

    ne yapsalar etseler kadınları elif'in evinden alamıyorlar. bir de silahlı kadınlar tabii. ağa iyi kötü çocukların bakımından yemek derdine, sırf çalışsınlar diye yardımcı olmaya çalışıyor. ama erkeklerin tek derdi bu değil ki, kadınlar en çok da cinsellikle ilgili başlarını yakıyor. artık pes edeceklerini gördüğü yerde ağa iki günlüğüne ortadan kayboluyor.

    burada biraz halil ergün'ün oynadığı recep karakterine parantez açalım. kasabaya tamirat için gelen recep bu çatışmanın ortasında kalıyor, kadınların bu yöntemi ile ilgili biraz inançsız amma elif'e de vuruluyor tabii. arada kadınların suyu bittiğinde falan destek oluyor, arabuluculuk deniyor. tam da ağanın gittiği noktada bu iki tarafı kahvede bir araya getiriyorlar. kadınların talepleri sert:

    resmi nikah, düzgün davranış, tarla ve ev işlerinin ortak yapılması, aralıklı doğum, hamile kadınların son iki ayında cinsel ilişki yasağı gibi talepleri var. erkekler kabul etmeyince masayı dağıtıp çıkıyorlar.

    ağanınsa yeni bir çözümü var: köye iki tane seks işçisi getirmek. erkekler bir anda işkolik oluyor. tarlada çalışan erkekler mesai bitiminde bir bilet alıyor ağadan, kadınların olduğu yerde mührü bastırıp güle oynaya cinsel ilişkiye giriyorlar. kadınlar bu hali görünce pes eder gibi oluyor, evlerine dönmeye karar veriyor ama iş işten geçmiş. geri döndüklerinde elleri başlarında otururken recep'in aklına bir fikir geliyor: şap.

    ağanın eşlerinden hatice'nin yardımıyla erkeklerin çorbasına şap ekleniyor. halleri perişan, ne bilet istiyorlar ne mühür. seks işçilerinden biri belki de gönlün sadece eşini istiyordur deyince erkekler artık tamamen pes ediyor. ağaya da karşı geliyorlar.

    elif ve recep kadınlara nasıl davranmaları gerektiğini öğretiyor, diğer tarafa da erkeklere karşı nasıl bir duruş sergilemeleri gerektiğini. toplu nikah kıymaya gidiyorlar ve film tarlada herkesin hep birlikte çalıştığı bir sahne ile bitiyor.

    kısaca lysistrata ile farklılıklarından bahsederek sonlandıralım.

    şalvar davası'nın temel sorunu kadın, toplumsal cinsiyet, eşitsizlikler, köy yaşamının zorluklarının kadınların omuzlarında oluşu. lysistrata'da kadınlar bu eylemleri bitmek bilmeyen savaşı (bkz: peloponez savaşı) bitirmek için yapıyor.

    lysistrata, savaşta olan çeşitli şehir devletlerinden kadınları bir araya toplayarak sevişmeme yemini ettiriyor. tüm kadınlar erkeklere cinsel ilişki ile ilgili karşı koyarlarken atinalı kadınlar akropolis'i ve parthenon'da saklanan devletin yedek akçesini ele geçirerek atina'yı savaşta zor duruma sokuyor. en nihayetinde planlarını uygulayarak barışı sağlıyorlar.

    temel odağın cinsellik olmasıyla beraber her iki eserlerde de kadınların direnişi ve erkeklerin yönettiği bir ortamda kendi rollerini oynamamaya karar verdiklerinde nasıl bir değişim olduğunu görüyoruz. şalvar davası bu anlamda mekânsal ve zamansal olarak konunun çok iyi işlendiği, önemli replikleri ve soruları barındıran başarılı bir uyarlama.

  • apag

    adult performance artists guild (apag) yetişkin film sektörü oyuncularını, striptizcileri, içerik üreticilerini ve aktarıcılarını, platform çalışanlarını, telefon seksi operatörlerini, webcam performansı yapanları ve seks işçilerini temsil eden bir sendikadır.

    kendisi de bir yetişkin film sektörü aktörü olan sean michaels'in ilk başkanı olduğu sendika, mayıs 2021'de birleşik devletler tarafından tanınan ilk pornografik işçi sendikası olma özelliği taşımaktadır. 2018 yılında yine 20 yıla aşkın süredir sektörde çalışan alana evans başkanlığı devralmıştır. 1,402 üyesinin olduğu bilinmektedir.

    - endüstri genelinde uygulanacak sağlık hizmetleri, emeklilik birikimi, ücretlerin iyileştirilmesi, çalışan haklarının genişletilmesiyle ilgili çalışmalar yürütmek,

    - mesleki ayrımcılıkla mücadele etmek,

    - yetişkin eğlence sektöründeki yapımcı şirketlerin, kanun koyucuların ve sosyal medya platformlarının dahil olduğu anlaşmaların parçası olmak,

    - resmi kurumlarla endüstriyi etkileyebilecek yeni yasalar üzerine görüşmeler gerçekleştirmek,

    - çoğu bağımsız sözleşmeci olan sendika üyelerinin lehine işçi sözleşmelerinin düzenlenmek.

    - oyuncu rıza kontrol listesi formlarının ve tecrübeli eski oyuncuların film çekimlerine dahiliyetiyle gerçekleştirilecek set görevlileri programını teşvik etmek.

    - ücretlerin ödenmesini teminat altına alınması, sosyal güvenlik sistemine kayıt imkanının sağlanması ve oyuncular için yapımcı şirketlerin std testlerini ödemesi gibi hakların sağlanması için çalışmak,

    - onlyfans gibi çevrimiçi işçilik için bilgilendirmelerin yapılması, instagram ve twitter gibi platformlardan seks işçileri tarafından üretilen içeriğin kaldırılmasına itiraz etmek üzere pazarlıkları sürdürmek

    bu sendikanın çalışma alanlarından bazıları. web sitesinde ayrıntılı bir tüzük bulunmaktadır ve incelemeye değerdir.

  • gangsta's paradise

    amerikalı rapçi coolio ve l.v tarafından icra edilen efsane şarkı. çete yaşamından bahseden bu parça dün akp'nin seçim klibinde kullanılmasıyla twitter'ın gündemindeydi ve tabii ki yorumlardan sonra kaldırdılar. cahillik mi desem ilahi adalet mi desem, ne desem :) şurada hala var klip

    nakaratı stevie wonder'ın pastime paradise isimli şarkısından alıntılanan bu şarkı başrolünü michelle pfeiffer ve antoine fuqua'nın paylaştığı, pfeiffer'ın eski bir deniz piyadesi olarak bir lisede öğretmenliğe başlaması ve sınıfta sert çocuklarla karşılaşmasıyla yaşanan olayları konu alan dangerous minds isimli filmin soundtrack'i.

    1995 yılı u.s billboard'da en iyi satan single'dır. mtv video music awards'da en iyi rap videosu ve filmden alıntılanan en iyi video ödülünü almıştır. grammy'de yılın kaydı ve en iyi solo rap performans ödüllerini almıştır. 90'ların en iyi rap şarkıları listelerinde yer almaktadır.

    28 eylül 2022'de coolio vefat ettikten sonra uzun süre yine gündeme oturmuş şarkıdır.

    şarkıyı hepimiz biliyoruz ama belli ki akp'liler bilmiyor. bir de bunu görünce uzunun togg sürerken bunu dinlediğini hayal edip epeyce güldüm.

    orijinalini unutmayalım

  • 6284 sayılı kanun

    kadın cinayetlerini durduracağız platformu'nun twitter'da paylaştığı bu videoda sanatçıların desteği ile 6284'ün sağladığı bazı haklar bakımından önemi özetle vurgulanmış:

    https://twitter.com/...ayeti/status/1639663840768999424

    ayrıca bahsettiğimiz kanunun linki, buraya yazmak için çok uzun olduğundan (mevzuat.gov.tr'den) : https://bit.ly/3JKQblw

    isterlerse anayasayı toptan yaksınlar azizim. susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz.

  • mabonwaltz

    "bir şey, bir büyü artık neyse bir şey olsa ve dünyadaki herkes bir dakikalığına yanında o an kim varsa onunla empati kurabilse, onun acılarını anlasa mesela ya da ne olup bittiğini bilgi olarak bilmese de kalbinden geçen hissi hissetse. dünya o dakikadan sonra bambaşka bir yer olabilir." diye bir hayali olan, barış haline her ne olursa olsun tutkuyla bağlı biri. açık ara bu hayatta başıma gelen en harika şey.

    not: bebe bisküvisi kokar garip bir şekilde. ısırmalıktır.

  • yeni nesillere şarkı önerileri

    neredeyse tüm kıbrıs'ın en sağlam halk hareketi... gavur imam isyanı.

    sene 1833. ağır vergiler halkın "şurasına kadar" gelmiş. kıbrıs'ta üç büyük isyan osmanlı'ya karşı. larnaka'da nikolas theseus, karpaz'da kalogeros (keşiş) ıoannikios ve baf'ta gavur imam isyanları. isyanlardan başka başlıklarda derince söz edilebilir.

    bu şarkı anonim bir halk şarkısıdır. bandista pek güzel söylemiştir. aşağıdaki sözler de onların versiyondandır.

    dolamayı dolama dolamayı
    getirin bağlamayı, getirin bağlamayı

    bıktım ben bu zulümden, bıktım ben bu zulümden
    osmanlının elinden, osmanlının elinden

    amman amman elinden, yandım bak be zulmünden
    ben eker ben biçerim paşa alır elimden
    ben eker ben biçerim ağa alır elimden

    gene gurak varıdı, yine gurak varıdı
    hiç yağmur yağmadıydı, hiç yağmur yağmadıydı

    tohum toprakta kaldı, tohum toprakta kaldı
    mahsul hiç çıkmadıydı, hiç mahsul çıkmadıydı

    amman amman elinden, yandım bak be zulmünden
    ben eker ben biçerim paşa alır elimden
    ben eker ben biçerim ağa alır elimden

    paşa öşür isterdi, paşa öşür isterdi
    köylü da veremezdi, köylü da veremezdi

    asker köye saldırdı, asker köye saldırdı
    her şeyi yağmaladı, her şeyi yaktı yıktı

    amman amman elinden, yandım bak be zulmünden
    ben eker ben biçerim paşa alır elimden

    amman amman elinden, yandım bak be zulümden
    ben eker ben biçerim ağa alır elimden

    köylüler birlik oldu, paşaya karşı durdu
    gavur imam vurdukça, osmanlı kaçar oldu

    köylüler birlik oldu, paşaya karşı durdu
    halk isyanı coştukça, askerler kaçar oldu
    halk isyanı coştukça, askerler kaçar oldu

    köylüler birlik oldu, paşaya karşı durdu
    gavur imam vurdukça, osmanlı kaçar oldu

    köylüler birlik oldu, paşaya karşı durdu
    halk isyanı coştukça, askerler kaçar oldu
    halk isyanı coştukça, askerler kaçar oldu

    gavur imam vurdukça, osmanlı kaçar oldu
    halk isyanı coştukça, askerler kaçar oldu

/ 2 »