• özellikle yeni teknolojik ve bilimsel gelişmeler ışığında ciddiyetle sorulması gerektiğini düşündüğüm bir sorudur.

    bir şeyi anlamaya başlarken, eğer işimizde ciddiysek, her zaman bir referans noktası almamız gerekiyor. çağdaş toplumlarda bu referans noktası bilim olarak görünüyor. eğer bir şey bilimsel olarak detaylı bir şekilde çalışılmış ve tutarlı sonuçlara ulaşılmışsa bunu gerçek kabul ediyoruz.

    burada bir sorun yok gibi görünüyor ancak bilimcilerin bugün çalıştıkları sorunların basitliği üzerine düşünürsek -örneğin "ölçmek ne demektir?" (bkz: yaşam nedir?) soruları- salt bilim referansı probleminin ciddiyeti hakkında bir fikir edinebiliriz.

    felsefe en başından beri objektif hakikatin peşindeydi. hakikatin objektif tanımı doğal olarak bireylerin inkar edemeyeceği bir temele dayanmak zorunda olduğundan bilim objektif hakikatin birinci bakış açısı haline geldi. defalarca yapılan deney ve gözlemler neticesinde kimsenin inkar edemeyeceği, inkar edenin ise ciddiye almamanın kesinlikle faydasının görüleceği bir sisteme geçildi.

    son aydınlanma her aydınlanma gibi/kadar iyimserdi. insan aklının her şeyi anlayabileceğini ve sadece akla dayanarak herkes için iyi hayatlar yaratılabileceğini düşünüyordu. bunun yolu olarak ise objektif hakikati -bilim, felsefe, ratio, logos- takip etmeyi öneriyordu. ancak tarih bize son aydınlanmacıların tam olarak haklı oldukları noktada, haklı oldukları için yanıldıklarını gösterdi. objektif hakikatin sonucu objektif hakikatin mümkün ya da anlamlı olmadığı sonucuna çıktı.

    son yirmi yılda ise teknoloji devrimi ile birlikte sadece filozofları ilgilendiren değil, insanlığın tamamının kültürü yeniden düşünmesini gerektiren bulgulara ulaşıldı. bu bulgulardan en önemlileri bir anlam arayışının metafizik olmadan temellendirilemeyeceği ve özgür iradenin olmadığı. bu ikisini bir araya getirdiğimizde insan ve toplumu bir yığın niceliksel veri olarak düşünüp tüm bireysel eylemlerimizi ona göre düzenlemek makul ve meşru hale geliyor. oysa özgür irade olmadığı için ve herhangi bir eylemin diğerinden niteliksel bir farkı olmadığı için - günümüzün en objektif hakikat penceresinden a kişisinin b kişisine tecavüz etmesi ile onun hayatını kurtarması arasında bir fark yoktur. birey dediğimiz madde, maruz kaldığı etkiler nedeniyle eyleme geçmek zorunda kalmıştır, hepsi budur. - anlamaya çalışmak ve anlamaya çalışmanın tüm yolları - felsefe, sanat- gereksizleşiyor.

    hume sonsuz kuşkuculuğu ile mutlak bilgiye ulaşmanın mümkün olmadığını bu yüzden zamanı tatlı tatlı geçirmek gerektiğini söyler. "ne mutlu ki, usun gücü bu kara bulutları dağıtmaya yetmezken, doğanın kendisi bu amaç için yeterlidir ve zihnin bu eğilimini gevşeterek ya da küçük
    bir oyalanmayla ve duyularımın tüm bu kuruntuları gideren diri izlenimiyle beni bu felsefi melankoli ve sabuklamadan kurtarır. yemek yerim, tavla oynarım, söyleşilere katılırım; dostlarımla birlikteyken mutluyumdur; üç dört saatlik eğlenceden sonra bu kurgulara geri döndüğüm zaman bunlar bana öyle soğuk, gergin ve aptalca görünürler ki, içimden onları daha fazla incelemek gelmez."(1) aynı şeyi nolen gertz de şöyle aktarır "nihilizm gerçeğini kavradıktan sonra ne yapmamız gerektiği sorusuna gelince, lin-chi'nin şu tavsiyesi oldukça anlamlı olabilir: "sadece sıradan davran, özel bir şey yapmaya çabalama. bağırsaklarını çalıştır, çişini yap, giyin, pirincini ye ve yorulursan yat aşağıya."(2)

    nihilizm ya da "hakikat" ile uğraşan insanların varması potansiyel bir sonuçtu bu eskiden. oysa şimdi bu rutin. bilimin sadece daha büyük bir "bilmiyorum!" yarattığı, tanrıların artık eğlencelik olduğu bir çağda en iyisi canımız neyi isterse onu yapmaktır. ancak biliyoruz ki bu yaklaşım ne gerçek değişimi yaratacak kitlelere ve profesyonellere açıklanabilir ne de günlük hayata kılavuzluk sağlar. toplum olmanın sadece bilimden çıkarsanamayan gereklilikleri vardır. objektif olarak doğru olanı temellendiremesek bile doğru olanın yapılmasını talep etme hakkına sahibizdir. siyaset bilimi felsefe ve bilimin aksine toplumsal olanın edimselleşmesi ile ile uğraştığında bir fikrin rıza ile olan ilişkisini ciddiye almak zorundadır.

    bu ufak girizgahtan sonra soruya gelelim: nihilist ve determinist bir idealizm mümkün mü? anlamı temellendirecek bir gerçeğin olmadığını ve her eylemimizin maddenin zorunlu etki tepkilerinden ibaret olduğunu kabullenerek hala bir idealist olabilir miyiz?

    soruyu yanıtlamadan önce idealizmi felsefi anlamından ziyade toplumsal anlamı ile ele aldığımı belirtmeliyim. idealist kimseden hakikatin bu dünya üzerinde olmadığını düşünen ve nerede olduğunu bilmediği ancak var olduğundan emin olduğu bu ideale göre eylemlerini şekillendiren kimseyi değil, salt niceliğe indirgenemeyenlerin varlığına ve eylemin "daha ortak iyi"ye yönlendirilebileceğine inanan kimseyi anlıyorum.

    bu idealist kişi bilimsel çıkarımlara kuşku ile yaklaşır ve tarihte bu pozisyonu alanlara baktığımızda genelde haklı çıkarlar. idealistin bilim karşıtı ya da düşmanı olduğunu söylemiyorum; o sadece bilimsel çıkarımların gerçekliğin tamamını çevrelemediğinin bilincindedir - ki biliminsanların çoğu da bunu çok iyi bildikleri için toplumsal etkisi olacak çalışmalar konusunda kendilerinden emin bir şekilde konuşmaktan çekinirler.

    nihilist ve determinist hakikatte insanların esas korkusu her şeyin serbestliğinin yaratacağı toplumsal düzensizliktir. bu düzensizlik ihtimali her ne kadar sapolsky'nin gösterdiği üzere gerçek olmasa da yine de insanların özgür iradenin olmadığı fikrine mesafeli yaklaşmalarını sağlar. oysa her şeyin aynı derecede hiç olduğu -ki bu hiçlik determinizmle barışıktır, yukarıda söylediğimiz gibi her olan bir diğer olanın kaçınılmaz sonucuysa o halde araya giremediğimiz, etki edemediğimiz sadece maruz kaldığımız anlamsızlık(hiç), her şeydir.- noktada hiçler arasından yönelinecek ortak iyiler seçmek zorundayızdır. idealizm bu noktada tamamen kullanışlı bir hale gelir.

    bence özgür irade ile ilgili problem insanların her şeyin serbest olması durumunda kötü şeyler yapacak olmaları değil, iyi şeyler yapmaya çaba harcamaktan daha kolay kaçınacak olmaları. özgür irade yoksa seçmek diye bir şey yoktur ve iyi a ile ve kötü b seçenekleri sadece bir illüzyondur. a ya da b zaten olacaktır ve ben bunlardan birine gitmek için zaten yapmak zorunda olduklarımı yapacağım. o halde iyi bir şey için çaba harcıyor olma illüzyonunu kendime yaşatmama değmez, bunun yerine basit keyifleri izleyebilirim.

    o halde felsefi olarak nihilist/determinist bir pozisyonda olmak kaçınılmaz olarak kişisel rahatsızlığa yol açacaktır. herkesin basit keyiflerini izlediği bir ortamda bu kadar artmış insan nüfusunun barbarlığa evrilmesi düşünülenden daha süratli olabilir. bu keyfilik bugüne kadar inşa ettiğimiz toplum yapısının temelinden çökmesi demektir. bu ucu herkese dokunacak bir sorundur.

    peki çıkış nerede? söylediklerimin hepsi doğruysa bile, ee?

    bu noktada nihilist-determinist bir idealizmin (ndi diyelim kısaca) mümkün değil zorunlu olduğunu iddia ediyorum. daha açıkça söylemek gerekirse ndi; aslında sapiens türünün zamanın başından beri içinde yaşadığı felsefi imkansız zorunluluktur. özgür irade ve anlam hiçbir zaman yoktu ancak insanlar anlamı yaratmanın ve özgür iradenin varlığı üzerine evrimsel süzgeci alt edecek stratejiler geliştirmenin yollarını her zaman buldular. yapmamız gereken bizden öncekilerin yapmayı başardıkları şeyi nihilizm sayesinde kutsallardan determinizm sayesinde sorumluluklardan kurtararak yapmak.

    yani, kutsallaştırmadan ve yargılamadan hayatta kal, birlikte iyi geleceğe inan. anlamsız bir şekilde yapmak zorunda olduğumuz ve hepimizi pozitif etkileyecek en geniş uzlaşı bu olabilir.

    kaynak
    1- david hume, insan doğası üzerine bir inceleme, bilgesu yay, sf.184.
    2- gertz, n. (2022). nihilizm (m. tunçay, çev.; 1. bs). pan yayıncılık.sf,90.