• ne olduğu üzerine spekülasyon yapmadan önce (bkz: neo-sokratesizm) kulağa hoş gelmediği için neo-sokratizmi tercih ettiğimi belirtmeliyim.

    uzun zamandan beri çağın sokrates benzeri bir filozofu çağırdığını düşünüyorum. buradaki videoda slavoj zizek 'in de aynı şeyi söylediğini görünce bunun üzerine bir kaç kelime karalamak istedim.

    zizek konuşmasında sokrates'in "tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir" anlayışı ile sadece soran tarafta kalmasının bugün en çok ihtiyaç duyulan şey olduğunu iddia ediyor. sokrates'in kendi dönemindeki toplumsal yıkım döneminde ortaya çıktığını ve doğrudan buna bir tepki olduğuna değinerek başlıyor. sokrates'in çözümünün ise milet okulu filozofları gibi (bkz: miletos okulu) yeni, kapsayıcı prensipler ortaya atmak değil, her şeyi sorgulamak olduğunu tespit ediyor.

    sokrates'in sadece sorgulayan tarafta kalarak da basit bir "çözüm noktasına" varmaktan kurtulduğunu belirtiyor. böylelikle radikal uncertainty sürecinde kalınıyor. başlangıç noktası ise kelimelerin ne anlama geldiğini aydınlanmak olarak belirleniyor. güzellik nedir? adalet nedir? toplum nedir? vs.

    zizek'e göre sokrates, soran bir hiç olarak daha önce keşfedilmemiş evrenselliklerin kapısını açmaya çalışıyor. en azından zizek'in çıkarımı bu. fakat bence sokratesliğini bu amaca yönelik bilinçli bir çaba ile yapmıyor. sürecin doğal sonucu olarak bu sürecin simgesine dönüşüyor sadece.

    zizek'e göre sokrates'in göstermeye çalıştığı şey "aynı kelimeleri kullanarak farklı şeyler söylüyor oluşumuz anlaşma zeminini ortadan kaldırıyor"dur. ancak konfüçyüs gibi diğer dönem düşünürleri ile paylaştığı bu noktadan sokrates çözüm önermeyişi ile ayrılıyor. sokrates konfüçyüs gibi geleneklere geri dönmeyi önermiyor, bunun yerine kendini sıfır noktasına hapsediyor. böylelikle kendi fiziksel varoluşu üzerinden yeni bir uzlaşma zemini yaratmayı başarıyor. zizek aynı şeyin isa için de geçerli olduğunu iddia ediyor. isa da kriz anında bir çözüm olarak eskiye dönmek yerine kendi varlığı üzerinden yeni bir zemin inşa etmeye kalkışan bir persona olarak okunabilir. yani toplumsal netice açısında isa'ya sokratesçi diyebilmek mümkün.

    peki nasıl? zizek üç temel prensip takip edilerek kendi varlığı üzerinden bir ortaklaşma zemini kurmanın mümkün olduğunu iddia ediyor. bu üç prensip şu şekilde:

    1- kendinden şüphe et
    2- tüm hiyerarşileri askıya al.
    3- prensipte eşitlikçi olarak kal.

    zizek'e göre bu prensiplerin hayata geçirilmesi ile birlikte çok daha özgürleştirici bir evrensellik ortaya çıkar. bu evrenselliğin başlangıç noktası da sokrates olarak düşünülebilir.

    zizek ek olarak sadece felsefi spekülasyonlarla yetinmememiz gerektiğini ancak kelimelerin anlamları üzerine dalgalanmalar yaratmamız gerektiğini söyler. bilimin bu konuda son derece yararlı olduğunu da vurgular.

    ------------------------

    buraya kadar zizek'in sokrates'e dönmekten ne anladığını basitçe özetlemeye çalıştım. ancak bu açıklamada benim ilk gözüme çarpan şey geriye dönüş öneren konfüçyüs'ü sokrates'ten daha işlevsiz bulan zizek'in konfüçyüs ile aynı şeyi yapıp bir çeşit "sokrates'e dönüş"ten bahsetmesi.

    ------------------------

    ilk söylemek istediğim bu, geriye dönüş hem imkansız hem gereksizdir. ne kant'a ne hegel'e dönüş mümkün değildir. dönüşten geçmişte kalmış bir fikirler demetini değil, geçmişteki fikirleri de kapsayan geniş, tutarlı ve yeni bir gelecek hayalini anlamamızın daha uygun olacağını düşünüyorum. ki bu mesele idealizmi yeniden tanımlarken ve kullanmaya başlarken tekrar lazım olacak. bu arada dönüşüm kelimesinin bu iki anlamlılığı için türkçeye de sonsuz teşekkürler. sokrates'e geri dönmekten bahsederken zizek'in de dönmek fiilini bu anlamda kullandığını tahmin ediyorum -ya da umuyorum-.

    ------------------------
    kendinden şüphe tanrının görevlendirmesi ile aşılır. sokrates'e geri dönmek yerine sokrates'ten öğrenmemiz gerekir. isa sokrates gibi asılmayı başarmışken muhammed gerektiğinde putlara alan açmayı bildi.
    ------------------------

    aslında sokrates'lik zizek'in anladığı anlamda bir çeşit peygamberliktir. zira sadece isa değil, muhammed de kendi ağzından tanrının bir "kulu ve elçisi"dir. o da bir hiçtir ve a)prensipte eşitlikçidir b) kendinden önceki tüm hiyerarşileri askıya alır c) kendisinden şüphelidir. fakat burada kendinden şüphe etmek meselesini biraz daha açmak gerekiyor. sokrates sadece hiçbir şey bilmediğini söylemez, aynı zamanda hiçbir şey bilmediğini bilerek, bunu bilmeyen herkesten üstün bir konumda olduğunu söyler. insanların en bilgesi olduğu yönündeki tanrı kelamını çürütmeye çalışır ve "başaramaz". islamda da çalışarak peygamber olunmayacağı ancak peygamberliğin tanrı tarafından verileceği söylenir. yani aslında isa da muhammed de sokrates'in delphoi'den haber almadan önceki hali ile sonraki hali nevinden bir dönüşüm yaşar. kendisi peygamber olmadan önce muhammed sıradan bir yurttaştır. kendisine peygamberlik tebliğ edildiği andan itibaren kurucu hiçe dönüşür. zizek'in isa'da gördüğünün de bu olduğunu düşünüyorum.

    ------

    ikinci olarak zizek'in analizine genel olarak katılmakla birlikte türkçede bu bakış açısını zenginleştirmek için bir kaç kelam etmenin faydalı olacağına inanıyorum. zira dünyanın genel gidişatına uygun olarak türkiye'de de bir kurucu hiç kimliğine ihtiyaç var.

    o halde neo-sokratizmin üç prensibinin yanına birinci ilke olarak kurucu hiçliği ekleyebiliriz. ikinci ilke olarak ise ben bireysel aktivitenin değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. sokrates'gillerin (peygamberler, kimi filozoflar, alimler, teorisyenler, şeyhler, hocalar, kanaat önderleri, kinikler, sofistler vs. ) ikinci ilkeleri inandıkları doğrultusunda tebliğci bir yaşam sürmeleri. sokrates eğer fikirlerini sadece bir kağıda yazıp ilgililerin o metinlere ulaşmasını bekleseydi ne platon gibi bir kimsenin dikkatini çekmeyi başarabilecek ne kamusal bir davada öldürülerek bir efsaneye dönüşebilecek ne halkın çoğuna ulaşmayı başarabilecekti. o savunmasında da belirttiği gibi kimseden para almamış, bilgeliğini maddi kişisel çıkarlar için kullanmamış ve davranışlarındaki samimiyet ile fikirlerindeki derinliği birleştirerek bir fikir insanı olmanın ötesinde felsefe tarihinin kurucu figürlerinden biri olmayı başarmıştır. fikirleri ile eylemleri arasındaki paralellik -ki bunu kant, sartre, heidegger, nietzsche gibi filozoflarda da görürüz- logos ile pathosun optimal bileşimi olarak yaşadığı toplum içinde de bugünlere kadar taşınan bir filozof mitinin yaratılmasına katkıda bulunmuştur. günümüzde dünya çapında binlerce felsefe çalışanı olmasına rağmen filozof figürünün hala istisnaen görünür olmasındaki sebebin altında da sokrates'teki bu becerinin kayboluşu olduğunu düşünüyorum.

    ------------------------------------------------
    devam edecek (umarım.)