• liberterlere göre "mülkiyet hakları, sadece özgür vatandaşların temel hakları ve özgürlükleri arasında yer almaz: onlar ahlaki mecburiyetlerdir ve aslında var olan tek hak türü de olabilirler."

    ayrıca "maymunlar mülkiyete saygı duyarlar"(2).

    eğer hürriyet bu girdide bahsedildiği üzere bir çeşit pazarlık gücüyse mülkiyetin hayvanlar aleminde de görülüyor olması onun marksist algısının tamamen çürütüldüğü anlamına gelir. eğer üretim ilişkilerinden bağımsız olarak doğa halinde bile bir metanın bir özneye ait olması durumu ile karşı karşıyaysak locke'un tanımı en azından primatolojiden destek bulmaktadır diyebiliriz.

    bence, mülkiyet, hür kişinin pazarlık gücünün artırabilecek her şeyi ifade eder. kendi bedeni ile başlar diğerlerinin kabulü ile doğaya doğru genişler. diğerlerinin kabulü için locke'un şartı kritiktir. bir insanın bir nesnenin, üretim aracının kullanımından diğerlerini dışlayabilmesinin tek yolu ondan başka kimsenin o nesneyle zaten ilgilenmemesidir. kimse boş bir araziyi ağaçlandıran bir insandan daha fazla o araziye sahip değildir. elbette ingiltere'de zamanında görülen "devlet arazilerinin yağmalanması" meselesi bu tanımın dışındadır. zira bir dönem devlet politikası olarak mülkiyetlendirmenin uygulanması mülkiyetin ilk ortaya çıkışı tartışmasını bağlamaz. ilk mülkiyet ortaya çıktığında buna kimsenin itirazı olmadı zira herkese yetecek kadar mülkleştirilebilecek değer vardı.

    ilkel bir kabile düşünelim. her yer sopa olarak kullanılabilecek odun parçalarıyla dolu olsun. o odun parçalarından sadece birini sürekli yanından ayırmayan kişinin, benzeri her yerde bulunabilecek olan odun parçasının "sahibi" olması kimseyi rahatsız etmeyecektir. ancak bu sopanın ucunu sivriltip uzaktan atabilmeyi de keşfeden kişi diğerlerinin elinden yemeklerini, yuvalarını da alabilir. işte burada piyasanın durup, sosyal adaletin devreye girmesi gerekir. günümüzde para piyasalarında olan aslında tamamen bu örnekteki sopalı adamın hikayesidir. parası bir şekilde çok olan artık sadece parasına yaslanarak daha fazla para kazanabilir ve bu para genellikle en alttakinin zararına olacak şekilde kazanılır.

    işte bu süreci devlet müdahalesi ile ve mülkiyet sahibinin dışlayarak değil, yani "hepimiz birleşelim sivri sopalıyı öldürelim" şeklinde değil, toplumsal mutabakatla ve mülkiyet sahibi primus inter pares olmak üzere tüm türün çıkarına olacak şekilde yönetebilirsek, yani "hepimiz birleşelim sivri sopalıyı bize de sivri sopa yapmasını öğretmeye zorlayalım, bunun karşılığında da yeni-büyük avların en kıymetli yerini o alsın", insanlık olarak önemli bir paylaşım sorununu ve etik sınırı aşmış olacağız.

    ralws'ın burada teorisi maalesef bir başlangıç noktası gerektirdiği için uygulanamaz. fakat sürecin doğal akışından çıkarsayabileceğimiz aslında daha iyi bir "orta nokta" var. mülkiyet sahiplerinin dünyanın her yerinde birinci önceliklerinin çocuklarına iyi bir eğitim sağlamak olduğunu biliyoruz. bu eğitimli insanların alacakları miras üzerinden, tam olarak bu insanlar muhatap alınarak sosyal adalet tartışılabilir. yani zengin çocukları babalarının mirasının ne kadarını kendilerine gerekli görürler ne kadarını dünyanın geri kalanına -kendi seçtikleri alanlar üzerinden- dağıtmaya razı gelirler. kimileri zengin çocuklarının tamamının "züppe" tavrı sergileyeceğini ve tek bir parça bile paylaşmayacağını düşünüyorlar, ben ise bu genç arkadaşların, yani zengin çocuklarının, babalarından daha paylaşımcı olacaklarını düşünüyorum.

    zira birisinden haksızca almak kolaydır ancak birisine hakkaniyetle vermek zor bir uzlaşma gerektirir. bu uzlaşmanın nüvelerini de evrensel gelir fikrinin silikon vadisinden çıkması-desteklenmesi ile birleştirmek mümkün. zira serbest piyasa ekonomisinin herkes için verimli olmasını sağlamak için gerekli olan hukuk ancak orta sınıfların baskısı ile bir erk haline getirilebilir. bu haliyle kapitalistler zengin olmayı sürdürmek istiyorlarsa insanlık arasında adaletin sağlanması için çaba sarfetmek zorundadırlar ki büyük firmaların lib-sol bir mantığa doğru süratle yol almalarının altında bu mantık yatmaktadır.

    yani mülkiyetin doğal bir hak olduğunun kabulü sonrasında geriye kalan tek tartışma mülkiyetin marjinal faydasının sıfıra yaklaştığı noktalarda -ki aylık 50.000 dolar kadar aşağıda bir sınırdır- kalan paranın türün çıkarı nasıl paylaştırılması gerektiğidir. burada da devreye marksizm değil, ahlak girer.

    (bkz: ahlak nedir?)

    kaynak
    1- zwolinski, m., & tomasi, j. (2023). the individualists: radicals, reactionaries, and the struggle for the soul of libertarianism (first edition). princeton university press.sf.3
    2-de waal, frans. 2018. bonobo ve ateist - primatlar arasında insanı aramak. 3. bs beyoğlu, istanbul: metis yayınları.s.130

  • "mülkiyet nesnelerdeki real bir şey değil, fakat duyguların bir ürünüdür."

    hume, d. treatise, vol 2, s. 212.
    akt. hünler, hakkı. (2011). estetik'in kısa tarihi: modern kültür ve sanat üzerine felsefi bir araştırma (m. m. zorbay, ed.). doğu batı yayınları.sf.273

  • john locke'un tanımıyla "kişinin kendi emeği ile karışmış olan her şey"dir.

    kaynak
    second treatise of government

  • üretim araçları özelleştikçe bu ortaya çıkmıştır.

  • mülkiyetin bundan böyle daha çok güven uyandırması ve daha ahlaklı olması için, küçük servete giden tüm çalışma yolları açık tutulmalı, ama zahmetsizce, aniden zenginleşme engellenmelidir. [...] çok fazla şeye sahip olanlara ve hiçbir şeye sahip olmayanlara herkes için tehlikeli varlıklar gözüyle bakılmalı.

    friedrich wilhelm, n. (2014). gezgin ve gölgesi insanca, pek insanca-2 (m. tüzel, çev.; 1. bs). türkiye iş bankası kültür yayınları, sf.143