• sevgili murat uyurkulak, april yayıncılıktan çıkan merhume kitabında "koyuyorum" başlığıyla biraz koymuş, sonuna doğru yalpalayan kalemine ben de koyarak sizlerle paylaşmak istedim. altına bir nazire koymak isteyen olabilir. buyrun...

    "koyuyorum"

    yaşgünlerine koyayım...

    yaşgününü, sevgililer gününü, anneler gününü icat edenlere koyayım...

    mevzubahis günlerde tüketim infilak etsin diye kafa patlatan ruh hastası reklamcılara
    koyayım...

    mevzubahis günlerde dolup taşan alışveriş merkezlerine, o merkezlerdeki gözü kör eden parlak vitrinlere, o vitrinlerin arkasındaki tezgâhlarda iki kuruşa üç gömlek, dört külot, beş atlet satmak için dil döken kederli gençlere, o gençlerin hemen yamacındaki kara kasalarda oturup alttan alttan tomar tomar para sayan salyalı pezevenk patronlara koyayım...

    büyük, orta, küçük burjuvalara, beyaz yakalılara, mavi yakalılara, yakasızlara, donsuzlara koyayım...

    ruhta hal, canda mecal bırakmayan ne kadar mesai varsa hepsine koyayım...

    ruhta sahte can, canda sathi mecal hâsıl eyleyen tatillere koyayım...

    bir günü yirmi beş saatmiş, bir haftayı sekiz günmüş, bir ayı beş haftaymış, bir yılı on üç aymış, bir ömrü çok lazımmış gibi yutturanlara koyayım...

    bunları bana eski komünist, yeni sufi babam öğretti, babalar gününe de koyayım...

    bunları her fırsatta yaza yaza nice yaşgünleri kutlayıp nice tatillere çıkan bana
    koyayım...

    yaşgünlerinde hediye verenlerin cümlesine koyayım...

    vermeyenlere en âlâsından koyayım...

    hediyenin menşesi kadınsa düzüşme ihtimali nispetinde nice acayip hediyelere methiyeler düzen dilime koyayım...

    dil demişken, diyalog haricinde koyayım kelimesini "koyim" diye, koyacağım kelimesini "koyucam" diye, koyuyorum kelimesini "koyuyom" diye, koyarım kelimesini "koyarım" diye yazma cesareti bulamamamın sebebi olan bilumum dilbilgisi kurallarına, imlâ kılavuzlarına, tuğla gibi lûgatlara koyayım...

    dil devrimi diye diye çuvalla muhteşem ehil kelimeyi ziyan eden allahsız kitapsızlara koyayım...
    o çuvalı eşeleyip bulduğu üç beş sikik kelimeyle seyran eyleyen allahlı kitaplılara koyayım...

    beleş diye iki saattir burnuma sek rakı yerine sulu bira dayayan devrim'e koyayım...

    biranın yanında getirdiği karışık çerez tabağındaki ucuz soslu mısır yoğunluğuna, soslu mısırın tipinden de tadından da tiksindiğimi çoktan unutan devrim'e bir daha koyayım...

    sidik torbamdan kalkıp yavaş yavaş kasıklarıma yürüyen bu ılık mecburiyete, bu saygısız, bu sabırsız gıdıklanma hissine koyayım...

    bunca asır işetmeyen bira imal edemeyen zevata en sağlamından koyayım...

    tuvaletten çıkarken omzuma çarpıp özür dilemeyen, üstüne bir de yüzüme yüzüme sırıtıp, "yine sana kara geceler, ha?" diye dalga geçen bahadır ürkmez'e koyayım...

    bahadır puştunu "yeraltı edebiyatının genç öncüsü, öfkeli kelimelerin, sert cümlelerin yeni ustası" diye takdim edip iki satırda pabucumu arşa fırlatan evren tunga'ya, o yerin altına üstüne koyayım...

    masaya otururken bardağımın dibinde kalan iki parmak biranın sarhoş şerefsizin biri tarafından iç edildiğini görüp atan asfalyalarıma koyayım...

    masada otururken ortalıkta fır dönen eylem'in önüme bir bardak bira daha koymasını helecanla bekleyen şahsiyetime, eylem'in bu eylemi hayata geçirmeye hiç niyeti olmadığını anlayınca ruhuma teyellenen ağlama arzusuna koyayım...

    masadan kalkarken arkaya devrilen, ayyaş düşmanı şuursuz sandalyelere koyayım...

    masaya çarpınca şımarık bir fütursuzluk halinde yere düşüp parçalanan bu ince kaideli tombul hazneli balon bardaklara koyayım...

    mekândan ayrılırken, çıkan gürültü sebebiyle dönüp kınar gözlerle derya deniz bana bakan güzel hanımlara koyayım...

    cümle içinde merhum ece ayhan'a falan berbat atıflar yapmadan duramayan üslubuma koyayım...

    atfı bir sonraki cümlede faş etme, faş eder etmez kâh bir marifet eylediğimi ümit, kâh bir kabahat işlediğimi vehmetme huyuma koyayım...

    sinek sürüsü gibi etrafımı çeviren bütün bu selpakçı çocukların müsebbiplerine koyayım...

    aniden kolunu omzuma atıp beş lira isteyen bu ayı gibi korkutucu, kertenkele kadar çirkin, azrail kadar tehlikeli tinerciye koyayım...

    param olmadığını söylerken korkuyla kısılan sesime, hafifçe seğiren gözüme koyayım...

    meçhul bir yerlerden yetişip beni küçük bir veletmişim gibi arkasına saklayan, tinerciyi "defol lan it" diye savarken sesi hiç kısılmayıp gözü zerre seğirmeyen iri yarı, yakışıklı gence koyayım...

    lise yıllarından beri sadık okurum olduğunu, yeni kitabımı ne zamandır sabırsızlıkla beklediğini söylediğinde yüzüme çaresizce yerleşen şaşkınlığa, hem korunmaktan hem hatırlanmaktan mütevellit içime sıcak sıcak yayılan minnet hissine koyayım...

    koyayım koyayım en çok da o hisse foş diye eşlik ediveren gözyaşlarıma koyayım.