• öncelikle (bkz: johann gottlieb fichte kimdir?)

    güçlü ateşoğlu, eyüp ali kılıçaslan ile birlikte editörlüğünü yaptığı "alman idealimi 1" adlı eserin 21-26. sayfaları arasında fichte felsefesini aşağıdaki şekilde özetler:

    "johann gottlieb fichte, alınan idealist felsefesinin schelling ve he­gel'den önceki en önemli temsilcisidir. kant'ın eleştirel felsefesi'ne bir tepki niyetinde olmamakla birlikte, eleştirel felsefe'yi bütünlüğe sahip bir 'metafizik' olması yolunda geliştirmeyi deneyerek felsefeyi sistemleştirmeyi amaçlamıştır. bu anlamda kant'a karşı alman ro­mantikleri ya da dolaysız bilgilenmeyi savunanlar ve kuşkucuların dışında, felsefesinin karakteristik niteliği ile ilk sistemli eleştiriyi ya­pan odur. onun elinde eleştirel felsefe, idealist metafizik haline dönüşmüştür.

    kendi çağında oldukça tartışmalı, bir o kadar da söylevleri ve yazdıklarıyla etkili olan fichte'nin öğretisinin coşkulu karakteri, hem edebiyat alanında hem de felsefede yansımalarını çok geçmeden bulmuştur. böyle nev'i şahsına münhasır bir kişiliği hazırlayan unsurlar da, en az belirttiğimiz özellikler kadar çarpıcıdır.

    fichte'nin felsefesinin ortaya çıkış sürecine kadarki dönemde al­man felsefesi, kant'ın eleştirel felsefesi'nden derin izler taşıdığı gi­bi, aynı zamanda ona karşıt olan, ama salt bununla da kalmayan zen­gin bir tartışma alanını köklerinde barındırıyordu. genel olarak ingilizce konuşulan dünyanın etkisi altında böyle bir dönemi atlayarak kant'tan husserl, scheler, hartmann, heidegger ve levinas gibi önemli filozofların felsefelerine dolaysız bir geçiş yapan felsefi dev­rime rağmen, bu felsefelerin köklerinde 18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyıl başlarında ortaya çıkmış güçlü düşüncelerin olduğunu söylemek sa­nırım yanlış olmayacaktır. kant ve fichte'nin felsefeleri arasındaki dönemde -ki her ikisi de hayattaydılar- yönelimlerinin kaynağında wolffçu, lockecu ve spinozacı öğelerin olduğu felsefe akımları, kuşkuculuğun yeni biçimler almış görünümleri, dolaysız bilgilenme ve sezginin önemine ilişkin yeni arayışlar ve iman ya da inanca vurgu yapan felsefe eğilimlerinin oluşturduğu bir tartışma düzlemi mevcuttu. almanya'daki felsefi devimin zengin ama bir o kadar da geri­limli bir döneminde ortaya çıkan fichte'nin etkinliğe vurgu yapan felsefesi, kendisini kant'ın mirasçısı olarak görmüş ve transendental idealizm'in sistematik ve bilimsel bir serimlenişi olduğu iddiası üzerinden kendi içsel dinamiğini oluşturan öğelerini şekillendirmeye ça­lışmıştır.

    günümüzde, özellikle anglo-amerikan dünyasında tekrar önem kazanmaya başlayan ve özgün kaynaklarından ingilizce'ye çevirilerle daha yakından tanınmaya başlayan fichte'nin felsefesi, öznenin ya da ego'nun monadik kavranılışının 'öznelerarasılık' (intersübjekti­vite) kavramı sayesinde ilk sistemli eleştirisini yapmış; teori ve pratik arasındaki ayrımın ortadan kaldırılmasını savunmuş ve bireyin ken­disinin, yapıp etmelerinin bir bütünü olduğunu söylemesi ile modern anlamda 'edim'e ve 'etkinlik'e ön sırayı vererek kendisinden sonra gelen idealistleri, marx'ı ve varoluşçu düşünürleri yakından etkile­miştir.

    fichte'nin en önemli eseri olan wissenschaftslehre, kant'tan schelling ve hegel'e uzanan bir gelenek içinde, felsefeler arasında bir köprü işlevi görmüş; aynı zamanda da başka bir kulvardan mark­sist felsefe ve varoluşçuluk üzerinde etkide bulunmuş bir eserdir. kapsamı dahilinde bulunan 'ben-olmayan' kavramı, fichte'nin hiç de onaylamadığı bir biçimde, schelling'in felsefesinde doğa felsefesi [naturphilosophie] kapsamında geliştirilmek üzere kullanılmıştır. bir dönem fichte'nin hayranlık duyduğu jacobi ise, wissenschafts­lehre'yi 'nihilizm' olarak karakterize etmiştir. aslında bu eserin or­taya koyduğu yeni bir şeydir; ne var ki 'geçmişin, onun üzerindeki sürekli etkililiği'ni unutmak, ileriye doğru sabırsız bir sıçrama ola­caktır. bu nedenle fichte'nin felsefesini anlamak, kant'tan başlayan ve kant'a karşı eleştirileri de içine alan bir dönemin düşünce yapısını anlamakla ancak mümkün olabilir. heidegger'in dediği gibi, descar­tes'ta başlayan ve husserl'de son bulan bir bilinç felsefesi geleneğinin orta noktasında, kartezyen öznelliğin bir sürdürülüşü olduğunu söy­leyecek olursak, kanımca felsefesinin en önemli yapı taşlarının hak­kını yeterince vermemiş oluruz.

    almanca'da wissenschaftslehre'nin imlemi , dar anlamda bilim kavramının ötesine ulaşır; ve terimi bu anlamda, 'tüm bilgilenmeyi olanaklı kılan bilgilenme', 'bilginin bilgisi', 'bilimin bilimi' ya da bilim öğretisi diye çevirmek daha doğru olacaktır. fichte'nin terimi bu şekilde kullanmasındaki amacı, felsefeyi bir 'bilgelik sevgisi' olmak­tan kurtarmak isteyerek ona yeni bir isim önermek ve onun bundan daha fazla bir şey olduğunu, 'kesin ve sistematik bir bilim' olduğunu göstermektir. bunun dışında daha dar anlamda wissenschaftslehre, o güne kadar ortaya çıkmış olan felsefeleri idealizm ve dogmatizm şeklinde iki temel kategoriye ayıran fichte için, transendental idea­lizm'in ya da eleştirel felsefe'nin yeni adıdır.

    fichte'ye göre felsefe, en temel bilimdir. bu temel bilim olmasını, tüm diğer bilimlere önsel olan ilk ilkeden almaktadır. diğer bilimle­rin de ilk ilkeleri vardır fakat bu ilkelerin 'dolaylı' bir kesinliği vardır. felsefenin ilk ilkesi ise 'dolaysızca' kesindir. bunun anlamı, onu önceleyen, ona varoluş imkanı veren nitelikte bir ilkenin olmaması­ dır. o, sui generis belirleyici olandır, belirlenen değil. bu yüzden de diğer bilimleri temellendiren bir yapıdadır.

    yukarıda da belirtildiği üzere, fichte'nin düşüncesinde iki tür fel­sefe vardır: nesneden başlayan ve deneyimin. bütün oluşturucu un­surlarını nesneden, dış-varlık'tan yola çıkarak ortaya koyan 'dog­matizm' ve deneyimi, dış dünyanın varlığını ve ahlaksal dünyayı özneden/ben'den yola çıkarak oluşturan, kuran ya da inşa eden felsefe olarak 'idealizm'. fichte, bu ikincisini tercih eder ve bilim öğretisini ben'den yola çıkarak ortaya koymaya çalışır.

    bu 'ben', tüm sonlu 'ben'lere önsel olan mutlak, koşulsuz 'ben'dir ve kendisinde 'sınırsız bir etkinlik'tir. nesnelleştirilemeyen­ dir, çünkü onun nesnelleştirilmesi, onun bir başka şeye dayanması­na, ona 'koşul' olabilecek bir başka şeyin olmasına ihtiyaç duyar. fichte'nin çok bilinen bir örneğini tekrarlamak, bu 'mutlak ben'i anlamamızı sağlayacaktır. derslerinde fichte öğrencilerine "duvarı düşünün", der. sonra da "duvarı düşüneni düşünün." bir sonraki adımda da, "duvarı düşüneni düşüneni düşünün." her bir aşamada, bilince nesne olmaktan kaçan bir 'ben' vardır ve bu sonsuza kadar böyle devam eder. sonunda bilince nesne olmaya direnen bir 'ben' kalır ki bu, 'transendental' ya da saf 'ben' olarak felsefenin ilk ilkesi­dir.

    bu saf 'ben'i biz, ancak ve sadece 'anlıksal sezgi' [intellektuele anschauung] yoluyla ortaya koyarız. daha doğru bir ifadeyle kendi­ sini o, düşünceye/düşüncemize bildirir. fichte'nin felsefesinin geç döneminde bu saf 'ben', sınırsız etkinlik olarak kendisini bilinçlerde düşünceye sezdiren şey olan 'yaşam (a) ' kavramına dönüşecektir.

    bazı yorumculara göre wissenschaftslehre ile yapılmak istenen, bir 'ontoloji'dir ve yeni bir felsefe olmasındaki neden, 'etik'ten başla­ yan bir ontoloji olmasıdır. 'pratik olan'ın, 'etkinlik' olarak kurgula­nan şeyin, 'teorik' olan karşısındaki üstünlüğünün gösterilmesiyle; yaşamın ve varlığın kendisinin 'etkin oluş'tan, dünya üzerinde etkin­likte bulunmaktan, onu değiştirip dönüştürmek ve bu sayede etkin­liği yapanın kendisinin de değişip dönüştüğü gerçeğinden yola çıkı­larak açıklanmaya çalışılması, bu iddiayı kuvvetlendirmektedir.

    bir başka yoruma göre ise, fenomen-numen ayrımında numeni, 'kendinde şey'i [ding-an-sich] ortadan kaldırmak, eş deyişle bir tür 'numenoloji'yi reddetmek, aynı zamanda geleneksel anlamda ontolo­jiyi de reddetmek anlamına gelmektedir. bu bağlamda fichte'ye göre ilk ilke, bilinçte belirdiği biçimiyle saf 'ben'dir. bu ise bir 'şey' değil, saf 'etkinlik'in kendisidir. "ben varım" önermesi, sadece olanaklı tek şeyi, bir edimi ifade eder. bu bakış açısına göre fichte'de ontoloji yoktur; eğer bir 'şey'den başlamış olsaydı, ontolojisi olduğu anlamına
    gelecekti; oysa ilk ilke olarak saf ' ben'in 'etkinlik' olması, işi değiştir­mektedir. bir başka deyişle ontoloji ve metafizik ayrı şeylerdir. öz­neden bağımsız bir nesne olmadığı için, fichte'nin felsefesi bir 'özne metafıziği'dir. tikel özne bir etkinliktir ve yapıp etmelerinin bir bü­tünüdür. özne kendisini farklı şekillerde koyar ve bu koyuş ve bildiriş, onun neliğini oluşturur. mutlak anlamda 'özne' ya da 'mutlak ben' ise, sonsuz ve sınırsız bir etkinliktir ve bunun 'dışı' diye bir şey olamaz.

    bir başka okumaya göre ise, fichte'nin genel felsefesinden bir fenomenoloji türetmek olasıdır. zaten bu yüzden heidegger, onun, hegel'in tinin fenomenolojisine giden yolu hazırladığını söylemek­tedir. tüm bilgilenmenin ilk, mutlak ve koşulsuz ilk ilkesinden hare­ket etmesi; özne-nesne ilişkisine önsel olan ve ona zemin hazırlayan ilkenin kendisinin araştırılması, bizi, özne-nesne ilişkisini içeren bir özdeşlik düşüncesine, ama sonsuz bir etkinlik olan özdeşlik düşüncesine götürür. aynı zamanda fichte'nin felsefesinin geneline bak­ tığımızda, 'dürtü' ve 'çaba' gibi en yalın iki insani halin, aklın gelişi­ mi ve ahlaki dünya düzeninin oluşturulma sürecine dışsal olmaması, tam tersine bu sürecin gelişmesinin oluşturucu temel öğeleri olması önemlidir. hegel'in tinin fenomenolojisine benzer bir yoldan fich­te de insanın yaratıcı ediminin ve bunun toplumsal-tarihsel imlemi­nin farkındadır. pratik bir etkinlikten hareketle kendisini sürekli ola­ ak koyma [ setzen, posit] , konumlama ve onu sınırlayan kendi yara­tısını da arkasına katarak ilerleme; statik bir ben ve ben-olmayan (doğa, toplum ya da her neyse) karşılıklı ilişkisindense, öznel etkin­liğin nesnel etkinliğe dönüştüğü, tikelliğin kendisini daha yüksek bir bütünlükte ortaya koyduğu diyalektik bir düşünme şeklidir. sınırsız­ sonsuz etkinlik ile onu sınırlayan-engelleyen etkinlik, 'ideal' ve 'real' aktiviteler/etkinliklerde terminolojik anlamını bulur. bu iki etkinliğin karşıtlığı ve bu karşıtlığın bir süreç içinde aşılması; sürecin başlangı­cına ise, hiçbir 'belkili' ya da önceden varsayılan bir postülasyonun/koyutlamanın konulmaması, bu felsefedeki fenomenolojik be­timlemenin özsel olan yolunu çizer. 'kendisini koyma' ile 'olmak' tü­ müyle özdeş şeyler oldukları için, fichte'ye göre "ben, kendisini mutlak olarak koyar"; bu anlamda fichte'ye göre varlık, kendisini koyandır, çünkü o etkinliktir [ tat-handlung] .

    wissenschafislehre'nin, kesin olan bir çıkarsamacı tavırla, her şeyi tek, mutlak ve kesin bir 'ilk ilke'den yola çıkarak açıklarken amaçladığı şey; "... sadece görü/sezgi ve düşünmenin ortak köklerini değil -ki bu transendental estetik ile transendental mantık arasındaki ayrımın, görü formlarıyla düşünce kategorilerinin özdeşleştirilmesi yoluyla ortadan kaldırılmasıdır- aynı zamanda ve daha önemlisi, sistematik bir tavırla, teorik ve pratik akıl arasında yakın bir bağı, doğa alanı ile özgürlük alanı arasındaki bağı gösterebilmek"tir.

    böyle bir itkiyle yola çıkan fichte'nin, 1 796-7'de yayımladığı do­ğal hukukun temelleri [ grundlage des naturrechts] ve 1798'de ya­ yımladığı ahlak öğretisi sistemi [system der sittenlehre] adlı ki­ taplarının ikisi de wissenschaftslehrenin ilkeleri üzerinde kurulmuş­tur. bu eserlerindeki temel vurgu ise, bilincin teorik çıkarsanması işinden çok, insani varoluşun anlamı ve onun ahlaki belirlenimi üze­rinedir. bu anlamıyla ortaya koyduğu felsefe, toplumsal yaşamı ve örgütlenmeyi dışta bırakmayacak bir sistemin anahatlarını belirlemek arzusundadır. "