• 1- insan ortaçağlara hatta tam olarak kopernik'e kadar evrenin merkezi olduğunu düşünüyordu. bunun yaratabileceği özgüveni, değer hissini bir düşünün. evren tamamen sadece siz insanlar için yaratılmış ve bunu yaratan tanrı sizleri seçmiş sınamak için. kendi ruhundan üflemiş, kendisine benzetmiş. ondan bir parça, onun kudretinin tecellisisiniz. üzerinde yaşadığınız yer var olan her şeyin tam ortasında. her şey onunla ölçülür, her yerden ona varılır ve her şeyin oluşmasının yegane sebebidir. dünyanın güneş etrafında dönüyor oluşunun yarattığı sorun tam olarak bu histen doğdu. eğer her şeyin merkezinde her şeye anlam veren değilsek neyiz? katolik kilisesinin kopernik'e karşı oluşunun altındaki tek sebep incildeki bir cümle ile ihtilaf halinde olması değildir, bu ihtilafın bir bütün katolik ontolojisinin çöküşüne işaret etmesidir.

    böylelikle insan ilk olarak önemden düştü.

    2- ikinci büyük düşüş evrim ile geldi. her şeyin merkezi olmasak bile yine de her şeyi yaratan tanrı insanları sınayacaktı ve insanların tanrının sınayışına layık olacak kadar özel olması gerekiyordu. diğer türler farklı şekillerde oluşmuş, gelişmiş ve değişmiş olabilirdi ancak insan adem ve havva'dan beridir aynı şekildeydi. zira başka türlü daha önceki insanlar ile daha sonraki insanların mutlak adil olan tanrı katında aynı kurallarla sınanışı nasıl mümkün olabilirdi? evrim kuramı ile birlikte insanın standart kurallara bağlı bir diğer organizma olduğu ortaya çıktı.

    böylece insan ikinci olarak özelden düştü.

    3- üçüncü büyük düşüş freud ile geldi. her şeyin merkezi olmasak ve diğer canlılara nazaran daha özel biyolojik özelliklerimiz olmasa bile herkese aşikar olan şekilde onlardan ayrılan bir yanımız vardı: biz düşünebiliyorduk! bir kedi, bir köpek, bir balık bizim gibi düşünemez, tanrının varlığından haberdar olamazdı! böylelikle tanrının sınayışına layık olduğumuz kanıtlanıyordu zira biz doğru ile yanlışı ayırt edebiliyor, tanrının bize verdiği bilinç ile günah ve sevap olanı seçebiliyorduk! freud bilinçdışından bahsetti ve davranışlarımızın kahir ekserisinin bilinçdışında/biliçaltında gerçekleşen hadiselerin sonuçları olduğunu gösterdi.

    böylece insan üçüncü olarak akıldan düştü.

    4- bunlar bilinen düşüşler. ancak daha en önemli olanlarına gelmedik bile. dördüncü büyük düşüş nüfuz edilemeyişmizdi. yine genellikle dindarlar tarafından savunulan bu pozisyonda insan evrenin merkezi olmasa, canlıların en özeli olmasa ve canlıların tek akıllı davrananı olmasak bile en karmaşık, en çözülemez olanıydı. ne onun ruhunun derinliklerine ne de beyninin içine ulaşılabilirdi. ne yaparsa yapsın yine de ölümü tadacak, kim ne derse desin yine de tanrının müdahalesine açık olmaktan kaçamayacaktı. kimse onun aklındakileri öğrenemeyecek ve onunla oynayamayacaktı. derken transhümanist dönem geldi. insanın sökülüp takılabilecek bir mekanizma, yapay zeka ile düşünceleri, rüyaları okunabilecek bir canlı olduğu ortaya çıktı. insan artık nüfuz edilemez değildi ve tarihin başından beri peşinde koşulan ölümsüzlük teoride son derece gerçekleştirilebilir görünüyordu.

    böylece insan dördüncü olarak güvenden düştü.

    5- son düşüş ise özellikle robert sapolsky'nin adıyla anılacak gibi geliyor bana. zira insan belki evrenin merkezi değildi, belki türlerden sadece bir türdü, belki aklı o kadar da merkezi değildi ve belki her türlü nüfuz edilebilir bir şeydi ancak hala özgürdü! hala kendi kararlarını verebilir, hala doğru ile yanlışı ayırabilir ve hala yeryüzündeki anlamının peşinde koşabilirdi. tam burada ise özgür iradenin olmadığı bilgisi ile kapımızda bitti biyologlar. herhangi bir tür olmak bile insan kültürünün gururu için son derece aşağılayıcıyken artık herhangi bir şey olmakla baş etmek zorunda kaldık. havaya atılan taşın kendi iradesi ile uçtuğunu söylemesine benzer oldu yaşamımızdaki tüm davranışlar. hatalarımız ve pişmanlıklarımız kadar başarılarımız ve gururumuz da elimizden alındı. bizim sadece başına gelenlere şahitlik ettiği gibi bir illüzyona sahip bir grup materyal ilişkiden başka bir şey olmadığımız ortaya çıktı.

    böylece insan son olarak anlamdan düştü.

    içinde yaşadığımız kültür krizine işte tam olarak bu adımlardan sonra geldik. tüm davranışlarımızın şekillendiği pleistosen zamandan sonra on binlerce yılda kendimize bir çeşit anlam üretmeyi başarmış ve tüm kurumlarımızı, ilişkilerimizi, örgütlenişimizi ona göre şekillendirmiştik. ve şimdi bunların hepsi birden çöpe gitti. sadece anlamlarla birlikte kendine yol bulabildiğine inanan bir türün tam da en kalabalık, en problemli, en anlam arayışında olduğu dönemde ayaklarının altından tüm anlam zemini çekildi.

    şimdi sadece kaybolmuş hisseden bir boşluktan başka bir şey değiliz. ne yolumuzu bulabilmenin bir anlamı var ne de onu bulabilmek için başlayabileceğimiz bir nokta. tüm insanlık olarak dibinde güzellik olduğunu umduğumuz bir uçurumdan aşağıya yuvarlanıp gidiyoruz.