• edmund burke ile thomas paine on sekizinci yüzyıl sonunda yaşamış iki önemli düşünürdür. fransız devriminin neticesinde ortaya çıkan yeni durum karşısında bu iki düşünür özgürlük ve toplum temelinde bir fikir çatışmasına girdiler. ancak bu fikir çatışması sadece dönemin olayları üzerine gerçekleşen mülahazalardan mürekkep değildir, bilakis çok daha derinde, özgürlüğü ve toplumu nasıl anlamamız gerektiğine dair çok temel bir çatışmadır. bugün bile tüm dünyada siyasal alanın hangi yöne doğru evrilmesi gerektiğine dair karşıt fikirlerin temelinde bu iki önemli ismin özgürlüğü ve toplumu kavrayışları yatar.

    doğancan özsel'in bir makalesinde bu tartışmanın özünden haberdar olma fırsatı yakaladım ve olabildiğince özetleyerek sizlere aktarmaya, sonrasında ise konu ile ilgili şahsi fikirlerimi sizinle paylaşmaya çalışacağım.

    fikir düellosu burke'ün 1790 yılına ait "fransa'daki devrim üzerine düşünceler" başlıklı kitabı ile başlar. ingiliz olan burke ingilizlerin hindistan'daki sert uygulamalarına karşı çıkan biri olarak mezkur kitabında fransa'daki devrime şüpheyle yaklaştığını beyan ederek herkesi şaşırtır. bu kitapta burke devrimin, özgürlüğün ve insanca yaşamın koşullarını tehlikeye atabileceğini söyler. avrupa'da ciddi yankı uyandıran bu kitaba karşılık bizzat tanışık olduğu burke'e karşılık paine 1791'de insan hakları kitabını yazar. bu kitabında fransız devrimini avrupa'da başlamak üzere olan bir devrimler çağının ilk kıvılcımı olarak gördüğünü dile getirir ve devrimin, halkın özgürlüğünü geri almak için ayağa kalkışının bir sonucu olarak değerlendirir. devrim, bir manevi yeniden doğuş ve hürriyete dikilen anıt olarak sunulur.

    burke 1791 sonunda an appeal from the new to the old whigs kitabını yazarken paine buna karşılık 1792'de insan hakları kitabına ikinci bir bölüm ekler.

    tartışmaya gelecek olursak birinci karşıtlık paine'in amacı devrimler aracılığı ile çürümüş monarşik sistemleri ve onlarla ilişkili tüm eski düzen unsurlarını ortadan kaldırarak üzerinde tüm insanların anlaşabileceği akılcı bir siyasal ve toplumsal düzeni tesis etmektir. burke, paine'in bu amacına karşıt değildir o sadece buraya gidecek yolda öncelikle her topluma ait tikel özellikleri öne çıkararak itirazının temel noktasını oluşturur.

    paine, soyut bireyin temel olduğunu ve her türlü kolektif yapının bu bireylerin toplamına eşit olduğunu, bu kolektif yapının zaman içinde ortaya çıkardığı ulus, vatan gibi kavramların bir değerinin olmadığını söyler. "toplum insana hiçbir şey bağışlamış değildir" der. toplumların zaman içinde ortaya çıkardığı oluşumların soyut bireyin evrensel çıkarlarına hizmet ettikleri sürece bir değerleri olduğunu savunur. bu pozisyon burke için kabul edilemezdir. o insanın aklından ziyade sezgileriyle hareket ettiğini ve siyasal olanın ideale değil makul olana ulaşmaya çalışması gerektiği ve siyasetin soyut kavramlar üzerinden yapılamayacağını söyler. burke'e göre zaman içinde toplumda ortaya çıkmış oluşumların kendi rasyonalitesi vardır ve bu rasyonalite özgürlük, haklar vs. gibi soyut kavramlardan ziyade somut gereklilikler neticesinde ortaya çıkmıştır ve korunmalıdır. "böylelikle burke bir mekanizma olarak toplumsal formların ve inançların evrimini bireysel soyut aklın karşısına koyar."

    yukarıdaki paragrafı yorumlayalım. paine ile burke arasındaki çatışma bizim tarihimizdeki atatürk ile karabekir'in dil devirmi tartışması üzerinden daha kolay anlaşılabilir. bilindiği üzere atatürk daha keskin bir harf devrimi yanlısıyken karabekir paşa kitapların birer sayfalarının eski birer sayfalarının yeni yazı ile yazılarak harf evrimi yanlısıdır. buradaki kritik nokta karabekir'in - ya da burke'ün- yeniliğe karşı olması değil, yeniliğe geçiş sürecini idare etme konusundaki itirazlarıdır. bu itiraz mantığı son iki yüz yılda da olgunlaşarak bugüne kadar ulaşmıştır. (bkz: muhafazakarlık)

    peki bu tartışmaya ben ne ekleyebilirim? öncelikle her idarecinin bu temel tartışmayı bilmesini mecburi tutmayı önererek başlayabilirim. zira yukarıda bahsettiğim üzere varılmak istenen yer, her iki düşünür için de aynı yerdir. yöntem tartışması ise toplumun durumuna göre değerlendirilmek zorundadır. ingiltere bu tartışmayı evrim yoluyla fransa ise devrim yoluyla aşmıştır. zira kıta avrupası britanya adasına göre dini olarak çok daha radikal bir mekandır. bu mekan içerisinde değişimler ancak bir diğer güç odaklarının temelden sarsılması aracılığı ile gerçekleşebilir. neticede fransa ve ingiltere farklı yolları takip etmiş olmalarına rağmen teknik ve kültürel anlamda hemen hemen aynı gelişmişlik seviyesindedirler. türkiye için ise durum tamamen farklıdır. öncelikle toplumsal evrim devrim tartışması halk arasında kesinlikle bulunmamaktadır. hatta halkın böyle bir tartışmanın varlığından dahi haberi yoktur on sekizinci yüzyılda. üstelik yine yukarıda bahsettiğimiz üzere dönemin avrupasında aydınlar vardır, birbirlerini tanırlar ve birbirlerine karşı yazdıkları kitaplar yüksek tirajlar sağlayarak kendi ülkelerinin insanlarının düşüncelerini etkiler. burke'ün kitabı örneğin 7000 nüsha satmıştır. bu sayı bugün doksan milyona yaklaşan türkiye'de "hit" kitapların satış rakamlarına yakındır. toplumun entelektüel seviyelerini karşılaştırmak için, benim açımdan, zehir gibi acı bir örnek. ancak burada konumuz bu değil.

    burke ile paine arasındaki tartışmaya geri dönersek özetle paine için önemli olan bireyin soyut aklı iken burke için önemli olan toplumun somut aklıdır. özgürlük konusunda ise burke özgürlüğü "hobbes'un ileri sürdüğü ve annelienne de dijn'in anglikan anlayış adını verdiği yaklaşım ile uyumlu şekilde kavrar". bu yaklaşıma göre kamusal ve bireysel özgürlükler siyasi iktidar ile bir arada var olurlar ve esas olan bu birlikteliğin koşullarını kavrayabilmektir. yani iktidarın varlığı özgürlüğü kısıtlayan bir şey değil bilakis onu var eden şeydir. mutlak özgürlük durumunun hobbes'un bahsettiği doğa durumuna yol açacağını ve medeni bir özgür toplumun ancak bir iktidarın egemenliği altında inşa edilebileceğini savunur. hobbes'tan farklı olarak ise toplumsal tabakalaşmanın ve sınıf farkının mutlak otoritenin bireyi baskılamasının önünde bir engel olarak gerekli görür. yani kilise, loncalar ve diğer geleneksel yapıların da özgürleştirici bir işlevi olduğundan bahseder. geleceksel yapıların ortadan kalkmasının bireyi iktidar ile doğrudan baş başa bırakacağını ve bireyin bu mutlak iktidar karşısında bireysel özgürlüğünü muhafaza edemeyeceğini vurgular. bu sebeplerle burke'ün teorisinde özgürlük asli unsur değil ikincil bir değerdir. burke için özgürlük "hikmetli bir hukuk yoluyla tespit edilip iyi tesis edilmiş kurumlar aracılığı ile korunan bir adalete verilen bir diğer isim"dir.

    paine için ise özgürlük ne siyasal bir yan ürün ne de toplumsal bir sonuçtur. özgürlük ona göre "başlı başına bir değer, üretken ve harekete geçirici bir ilkedir. akıl ve özgürlük dünyayı yerinden kaldırmaya yarayan bir dayanaktır." burke'ün aksine o hobbes'u değil locke'u takip ederek "doğal olarak sahip olduğumuz özgürlüğü koruma arzumuzun siyaseti yarattığını" iddia eder. paine tüm siyasal alanı ve geleneksel yapıları özgürlük ve eşitlik ideallerini gerçekleştirmek üzere ortaya çıkmış yapılar olarak tanımlar. bu tanımlama da doğal olarak tüm bu yapıların gerektiği zaman yıkılarak yeniden yapılanmasını doğal hatta gerekli sayar. onun için özgürlük ve eşitlik uğruna her zaman devrim aracılığı ile yeni beyaz bir sayfa açmak ve amaçlara giden yeni kurumlar oluşturmak mümkündür. paine bu devrimciliğini de insanlar arasındaki nizamın kaynağının hükümetler değil insanların kendileri olduğunu söyleyerek savlar. yani burke'ün kültürelciliği karşısında paine'in kurumsalcılığı.

    toparlarsak, burke için birey toplumsallığı içinde anlaşılması gereken bir şeyken paine için toplumsallık bireylerden yola çıkarak anlaşılması gereken bir şeydir. burke için değişim "sadece" evrimleşerek gerçekleşmeli iken paine için değişim yolunda devrim, kolayca kullanılabilecek bir alternatif olarak düşünülmelidir.