• will kymlicka çağdaş siyaset felsefesine giriş kitabında liberalizmi daha doğrusu liberal demokrasiyi 3 büyük başlık altında incelemiştir.

    bunlar sırasıyla faydacılık, liberal eşitlik ve liberterliktir. her ne kadar jason brennan liberterlik adı altında fikri üç kanada bölmüşse de (bkz: liberterler kaça ayrılır?) burada farklı bir yol izleyen kymlicka'yı okuyup bir giriş yapacağız.

    ---------kymlicka'da faydacılık --------

    kymlicka john rawls'ın bir adalet teorisi adlı kitabını normatif siyaset biliminin yeniden doğuşu olarak kabul eder. bu kitabı iyi anlayabilmek için de onun neye karşı yazılmış olduğunu bilmek ve anlamak gerekir ki yanıt verilen şey faydacılıktır. bu sebeple kymlicka liberalizmi anlamaya faydacılıktan başlar.

    "en basit anlamıyla faydacılık, ahlak bakımından doğru eylem ya da politikanın toplumun tüm üyelerine en büyük mutluluğu getiren eylem ya da politika olarak tanımlanır."(kymlicka, 2016, s. 13)

    faydacılığı iki çekici yönünü göstererek başlıyor kymlica; birincisi faydacıların seküler olmasıdır. yani faydacılık insanların doğrudan refahları ile ilgilenir, amacı bir dini ya da tanrıyı tatmin etmek değildir. ikincisi ise sonuççuluğudur (consequentialism). sonuççuluk basitçe bir eylem ya da politikanın tanımlanabilir bir iyiliğe kötülüğe ya da yol açıp açmadığına bakmaktır diyebiliriz. örneğin fuhuş konusunda kimseye kötü bir etki ortaya çıkmamışsa fuhuşu sırf ahlaki olarak kötü diye tanımlandığı için kötü diye tanımlayamayız. bu anlamda da tarihsel olarak ilerici olarak niteleyebiliriz. önyargı ve batıl inançlara karşı sağlam bir mevkidir. bu iki özelliği ile -insanın refahı metafizik sorunlardan bağımsız olarak önemlidir ve ahlak kuralları insan refahı üzerine sonuçlarıyla ölçülmelidir- faydacılığı özetleyebiliriz.

    bu noktada faydacılıkla ilgili çözülmesi gereken iki soru vardır. bunlardan birincisi faydanın tanımı ikincisi ise faydayı artırmaya yönelik bir formül.

    fayda nedir?

    faydacılar faydayı "çoğunluğun en mutlu olduğu durum" olarak tanımlarlar ancak bu hatalı bir tanımlamadır. zira 10:10:10 bölüşümü ile 20:20:0 bölüşümünde bir tarafta daha fazla fayda varken diğer tarafta daha az fayda daha dengeli şekilde dağılmıştır.

    faydanın ne olduğu ile ilgili tartışmalarda dört pozisyon vardır diyebiliriz. birinci pozisyon faydayı doğrudan haza eşitleyen, kymlicka'nın "refaha ağırlık veren hazcılık" olarak tanımladığı pozisyondur. bu fikri savunanlara göre haz kendi içinde amaçtır diğer tüm iyilikler de bu amaç için bir araçtan ibarettir. ancak robert nozick bu tarz bir düşünceye temelden itiraz etmiştir. bir makineye bağlı şekilde sürekli beyninize haz verildiğini düşünelim, böyle bir hayatı yaşamak iter miyiz? nozick'e göre tabii ki hayır. (nozick, 2000, s. 78)

    ikinci pozisyon kymlicka tarafından "hazcı olmayan zihinsel fayda" olarak tanımlanır. bu pozisyona göre fayda haza-mutluluğa indirgenemez. bir şiir okumak her zaman bir haz-mutluluk sağlamaz bazen de ağlatır ancak yine de insanlar tarafından tercih edilirler o halde salt hazdan fazlası gerekir. ancak bu yaklaşım da nozick tarafından aynı şekilde eleştirilir. ya aynı makine bu tarz duyguları da beyne verebiliyorsa, gerçek bir şiir okumaktansa bir şiirin hissettireceklerinin beyne yüklenmesini tercih eder miyiz? yanıt ona göre yine hayırdır.

    üçüncü pozisyon ise "tercihlerin tatmini" olarak hazcılıktır. burada da insanın faydasını artırmanın tek yolu olarak onun tercihlerinin tatmin edilmesi önerilir. ancak burada da tercihlerin tatmin edilmesinin fayda mı zarar mı yaratacağın meselesi gündeme gelir. örneğin ben bu aralar sadece sokaklarda dolaşmanın bana fayda sağladığını düşünüyorum. bu tercihin beş sene sonra yol açabileceği sonuçlardan bihaberim. eğer böyle bir durumda faydacılığı tercihlerin tatmini olarak algılarsak farklı zamanlarda farklı sonuçlara gebe durumlar yaratabilir ve amaçladığımızın tamamen dışında bir sonuçla karşılaşabiliriz. bu yaklaşımdaki bir diğer sorun değişen tercihler meselesidir. kişi en başta arzuladığı tercihlerine ulaşamazsa bu tercihleri değiştirebilir ve yeniden uyarlayabilir. bir toplumdaki tüm tercihleri bilmek ve değişen tercihleri tahmin etmek imkânsız olduğundan bu yöntemin de bir sonuç üretmeyeceğinin söyleyebiliriz.

    dördüncü pozisyon ise "bilgiye dayalı tercihler" olarak adlandırılan yaklaşımdır. buna göre tam bilgilenme ve doğru yargılara dayalı tercihlerin tatminini sağlamaktır fayda. ancak elbette bunun da ölçümü imkânsız. öte yandan tüm siyasal teoriler özellikle günümüze yaklaştıkça iyi tercihleri yaptıracak koşullara odaklanmayı önermeye başlamışlardır. bilgiye dayalı tercihler de aynı mantığa sahiptir. bu sebeple aralarında en mantıklı görünen yol budur. buradaki keyifli tartışma ise bilgisiz pozisyonda isem yine de işlerin kötüye gidip gitmediği meselesidir. örneğin karım beni aldattıysa ve bundan haberim yoksa gerçekten de hayatım daha kötüye gider mi gitmez mi? kymlicka kötüye gideceğini savunur. ben ise bu konuda daha şüpheciyim.

    faydanın ne olduğuna dair görüldüğü üzere yaklaşımlar olsa dahi tam bir mutabakat yoktur. ben burada eğlenceli ve faydalı gördüğüm iki tartışma hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. birincisi tecrübe makinası meselesi. bir sokak çocuğuna bu makinayı sunarsak bence kesinlikle bunu kabul edecektir. insanların hayatı ne pahasına olursa olsun sevdiği ve yaşamak istediği ön kabulü hatalı bir kabuldür. intihar vakalarından tutun, uyuşturucu, psikiyatrik ilaç ve alkol kullanımı sürekli artmakta. ayrıca insanların bugünkü yaşam pratiklerine baktığımızda yaşamak, iyi hissetmenin yanında ikincil önemi haiz bir pozisyona doğru itiliyor. bunun doğruluğu ve yanlışlığı hakkında konuşmak başka bir zamanın meselesi ancak bir tecrübe makinam olsaydı içinde yaşamasam bile sık sık kullanacağımdan eminim. ıkinci olarak bilgisizliğin zararı meselesinde itiraz etmek gerekiyor. aynı örnek üzerinden devam edelim, karım beni aldatıyor. kişisel olarak herkes bunu bilmek isteyeceğini söyler normal koşullar altında. ancak normal koşullar altında kimse kimseyi aldatmaz zaten. meseleye kendi istisnailiği içinde yaklaşmak gerekir. örneğin geçimini karısı sayesinde sağlayan ancak gururlu bir adam düşünelim. karısının kendisini aldattığı andan itibaren onunla boşanırsa gelirini kaybedecek ve faydası oldukça düşecektir. ya da karısını çok seven bir adamı ele alalım. böyle bir adamın aldatıldığını öğrenmesi hele ki ileri bir yaştaysa hayatını mahvedecek kadar önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir. bunu bilmek ister mi sorusu bir kenarda durmakla birlikte bunu bilmesi onun faydasını hiçbir koşulda artırmayacak bilakis azaltacaktır. yılda bir kez aldatılan ve bunu öğrenme yolu olmayan bir adamın hayatının kötüye gittiğini yahut gideceğini düşünmek aceleci bir karardır zira belki de kadının adamı aldatması ona aynı zamanda iyi davranmasına sebebiyet vererek kişinin faydasını artırıyor olabilir.

    faydanın ne olduğuna dair faydacılık içindeki temel tartışmaları gördüğümüze göre faydanın yükseltilmesi meselesine geçebiliriz.


    (devam edecek)
    kaynak
    1- kymlicka, w. (2016). çağdaş siyaset felsefesine giriş (e. kılıç, çev.; 3. bs). istanbul bilgi üniversitesi yayınları.sf.13

  • ---- faydanın yükseltimesi ---

    faydacılar bilgiye dayalı olabildiğince fazla tercihi tatmin etmek amacındadırlar. onlar için herkes eşit olduğundan kimsenin faydasına özel olarak odaklanılmaz. önemli olan bir bütün olarak bizin faydasıdır.

    faydacılığa kymlicka'nın iki itirazı var. birincisi u-ajanların (bkz: u-ajan)tüm kararlarını tüm herkesin iyiliğini yani toplam faydayı gözeterek aldığını düşünmemiz gerkir. ancak böyle bir durumda örneğin arabanın modelini yükseltmekle afrika'daki çocuklara gıda yardımı yapmak arasında kaldığında afirka'daki çocuklara yardım etmek zorunda kalırsın. kişisel hayatlarımızda neyi önceleyeceğimizin bu şekilde engellenmesi ahlakın mutlak otorite haline gelmesini ve ahlakın ne olduğunu belirleyen grubun çıkarlarına tartışmasız itaat etmemiz gerektiği sonucuna kadar bizi götürebilir. ikinci itiraz ise elbette bilgiye dayalı tercihin ahlaki sınırlarının fluluğudur. örneğin ben mahallemde azınlıkları istemiyorum zira benim mülklerimin değerini düşürüyorlar. o halde benim faydam ve azınlıktan olan birinin faydası çatışacaktır. böyle bir durumda hesaplama yapabilmek mümkün değildir, hesaplama yapacak ahlaki zemin de mümkün değildir.

    faydanın artırılmasını savunan iki tezi ele alalım. bunların bir tanesi herkesin eşit değerlendirilmesini gerektiğini savunur. ancak bu aysun kayacı ve çoban'ın taleplerini eşit değerlendirmek anlamına gelir. ancak ikisinin çıkarları eşit değildir ve eşit sayarsak bile çatışan durumlarda kimi seçeceğimiz toplumun geri kalanının toplam faydasını ne kadar artırdığına bağlıdır. ikincisi ise teleolojik faydacılıktır. yani faydayı artırmak araç değil toplumsal bir amaçtır. örneğin herkesin 18 birim fayda sağladığı 5 milyarlık bir dünya yerine herkesin 1 birim fayda sağladığı 100 milyarlık bir dünya yeğdir zira birinde fayda 90 diğerinde 100 milyardır.

    faydacılık bir siyasi aktör olarak ilk olarak ortaya çıktığı dönemin sorunlarını aşamamıştır. bugün genel olarak faydayı artırmak fikri kulağa güzel gelse de sonunda sosyalizmin karşılaştığı sorunlarla karşılaşacağı görülmekte salt faydacılığın. insanların tercihlerini asla değişmeyecekmiş ya da kendileri için en iyi olanı mutlak biliyorlarmış gibi almak kaçınılmaz sorunlar yaratacaktır. bu sebeple, faydacılık için liberalizmin sosyalistleri deyip liberalizmin diğer kollarına geçebiliriz.

  • -----rawls'ın liberalizmi-----

    70'li yılların sonuna doğru faydacılığın siyasi ahlakın özünü yakalayacağına dair inanç bitmeye başlamıştı. (ryan, 1979, s. 77) yeni bir arayışın en iyi örneğini ise bu noktadan itibaren john rawls ile buluyoruz. rawls akıl yürütmesine siyaset kuramının iki aşırı uç arasında olduğundan yakınarak başlar. bu iki uç faydacılık ve sezgiciliktir. bir meseleyi faydacı şekilde ele almak matematiksel şekilde çözülemeyecek problemler yaratıyor. öte yandan sezgicilik bir kuram üstüne oturmadığından tam olarak tanımlanamıyor. rawls farklı sezgilerimize bir yapı kazandıran sistematik bi siyaset kuramı geliştirmek gerektiğini düşünmüş ve böyle bir kuram olmadığını düşündüğü için kendisi yazmaya çalışmıştır(kymlicka, 2016, s. 75)

    rawls sadece sezgicilik-faydacılık dikotomisini aşmakla kalmamış siyaset biliminde de bir çıtayı temsil etmeye başlamıştır. ondan sonra gelen düşünürler de tam olarak nerede bulunduklarını rawls üzerinden anlatmaya çalışmışlardır. bu bağlamda kymclicka'ya göre rawls'ı anlamazsak adalet üzerine yapılan sonraki çalışmaları da anlamayız.

    rawls'ın önemini anladıysak o halde rawls'ın görüşlerine de daha yakından bakabiliriz. kymlicka, rawls'ın genel adalet kavrayışını bir cümleye indirir: "bütün toplumsal ve temel çıkarlar bu çıkarlardan birinin ya da hepsinin eşitsiz dağılımı en az gözetilenin yararına olmadıkça eşit dağıtılmalıdır."

    bu cümle şu anlama gelir, kazanç birinden eksilmiyorsa sorun yoktur. birinin aleyhine zenginleşmeden zenginleşmek ve en az gözetilenin de yararını gözetecek şekilde zenginleşmek meşrudur, kalanlar haksızlıktır yani.

    ancak elbette burada akla pek çok soru gelecektir. örneğin benim eylemim herkesin faydasını artırıyor ancak birilerinin özgürlüğünü engelliyorsa? rawls bu sorunu kuramını yöntem bakımından öncelik ilkesi uyarınca 3 parçaya ayırarak çözer. bu çözüm özetle özgürlüklerin eşitliği fırsat eşitliğinin, fırsat eşitliği de kaynak eşitliğinin önünde gelir şeklindedir. ancak tüm bu eşitliklerde rawls'ın adalet ilkesi geçerlidir yani eşitsizlik ancak en az gözetilenin yararına olacaksa bozulabilir.

    rawls bu kuramını iki tezle destekler. birincisine kymlicka "sezgici fırsat eşitliği tezi" diyor. bu tezde rawls şu temel toplumsal sezgi ile hareket ediyor: "kimilerinin avantajlı başlaması adil değildir." burada avantaj derken varlıklı, kültürlü bir aileden gelmek kadar kişisel yetenekler de kastedilir. insanların ahlaki hak talepleri yani toplam kaynaktan paylarına düşecek olan miktar tamamen şansa ya da devralınmaya değil, tamamen tercihlere dayanması gerekir. bunun tek yolu da fark ilkesine geri dönmektir rawls'a göre. yani en yakışıklı güzel olan da bundan sağlayacağı kazancı ancak bir yandan da en avantajsız olanın lehine kullanabilirse hak etmiş olur. zira kendisi bu yakışıklılığı elde etmemiş ona doğa tarafından haksız bir üstünlük sağlanmıştır. (bkz: fark ilkesi)

    ikinci tez ise toplumsal sözleşme tezi. rawls toplumsal sözleşme fikrinin gerçek olmadığını daha önce de onu kullanan diğer düşünürler kadar bilmektedir. tüm toplumsal sözleşme teorilerindeki esas vurgu ahlaki olarak eşitler arasından yapılan bir anlaşmanın koşullarını değerlendirmektir. dworkin bu konuda "sözleşmeyi esas olarak fiili ya da varsayımsal bir uzlaşma değil, insanların ahlak bakımından eşit olmalarıyla ilgili belli ahlaki öncülleri değerlendirmemizi sağlayan bir araç olarak görmeliyiz."

    rawls bu noktada bilgisizlik peçesi ismini verdiği bir durum hayal etmemizi önerir. bilgisizlik peçesi hayata nasıl geleceğimizi bilmediğimiz bir yerden hep beraber dünyaya bakarak bazı ahlaki kurallar koymak zorunda kalsak nasıl tercihler yaparız meselesiyle ilgilenir. yani bugünkü türkiye cumhuriyeti vatandaşlarının tümüyle iletişim kurabileceğiniz bir noktadasınız. hepiniz tekrardan yaratılacaksınız. kimin engelli olacağı, kimin ailesinin hangi koşullarda olacağı, kimin güzel çirkin olacağı vs. tamamen rastgele dağıtılacak. böyle bir durum karşısında yaşanılacak dünyanın nasıl bir ahlaki kurallar bütününe dayanmasını isterdiniz? örneğin dünyadaki kaynakların 10:8:1, 7:6:2 ve 5-4-4 dağılma imkanı varsa bilgisizlik peçesi ardında hangisini seçerdiniz? rawls en mantıklı stratejinin minimax stratejisi olduğunu iddia ediyor. yani 5:4:4'ü. zira dünyaya engelli olarak gelirseniz 10:8:1'lik senaryoda çok kötü bir hayat yaşarsınız. bugünün bilimiyle de rawls'ın haklı çıktığına dair epey kanıt biriktiğini de belirtelim.


    rawls düşünsel denge dediği bir kavram ile kendini kitabının başında açıklamaya çalışır. ona göre faydacılık ve sezgicilik arasında bulunabilecek tek yol budur. çeşitli öncüller yahut matematiksel formüllerle ahlak anlayışı türetmek mümkün değildir, aynı şekilde sezgilerin de tamamını kuramsallaştırmak olanaksızdır. rawls adaleti, faydacılık ve sezgicilik arasındaki tutarlı bir şekilde anlaşılan düşünsel denge noktasında bulur. amacı da her şekilde buraya varmaktır. ancak rawls'ın fark ilkesi yeteneklere de tercihlere de duyarsız olduğu için en ideal halinde bile toplumu iyi tercih yapanların kötü tercih yapanları beslediği bir hale sokacağı aşikardır.

    kaynak
    ryan, a. (ed.). (1979). the ıdea of freedom: essays in honour of ısaiah berlin. oxford university press.

    kymlicka, w. (2016). çağdaş siyaset felsefesine giriş (e. kılıç, çev.; 3. bs). istanbul bilgi üniversitesi yayınları.

  • kymlicka ronald dworkin'i de inceler ancak dworkin'in kuramı o kadar karmaşık ve pratikten o kadar uzaktır ki ciddiyetle değerlendirilmesi gerekmediğini düşünüyorum. ancak liberal eşitlik düşüncesinde özellikle hissedarlar toplumu, philippe van parijs'e ait temel gelir modeli ve bu iki modeli birleştiren john roemer'in "telafiye yönelik eğitim" ve "siyasal sosyal eşitlikçi planlamacı" fikirlerinin türkiye kamuoyunda daha çok tanınması ve tartışılması gerektiğini düşünüyorum.

  • kymlicka öncelikle liberteryenizmi yeni muhafazakarlardan ayırmamız gerektiğini söyler. aralarındaki temel farklılık ise yeni muhafazakarların çok daha yoğun bir şekilde geleneksel değerlere bağlı oluşudur. örneğin uyuşturucu, kürtaj gibi konularda liberterler serbestiyi savunurken yeni muhafazakarlar ailenin ve toplumun "korunması" gerektiği kanaatindedirler.

    bu ön bilgiden sonra robert nozick'in yetkilenme kuramı ile liberteryen fikri kymlicka'nın yorumuyla öğrenmeye başlayabiliriz.

    (bkz: yetkilenme kuramı nedir?) bu kuram ile nozick'in vardığı sonuç: zor kullanma, hırsızlık, yolsuzluk ve istemeyerek yapılan sözleşmelere karşı koruma gibi işlevleri dar biçimde tanımlanan bir devlet adildir. işlevleri daha geniş tanımlanan bir devler ise insanların belli şeyleri yapmaya zorlanmaması hakkını çiğneyeceğinden adaletsiz olacaktır."

    peki doğuştan engelli birinin desteklenmesi için vergi alınmasına nasıl yaklaşır nozick? ona göre bu insanlara yardım etmek mülkiyet kullanımının en mükemmel halidir ancak insanlar buna zorlanamazlar. zira "zor durumdaki insan" tanımı süratle değişebilir. bugün görme engelli birinin okul masrafları için vergilendirilirken yarın trans olmaya çalışan bir erkeğin hormon masraflarını öderken bulabilirsiniz kendinizi.

    --------nozick'in sezgici tezi-----------

    nozick hepimizi ikna etmeye namzet bir örnekle iş başlar. wilt chamberlain bir basketbolcudur ve kulübüyle satılan her biletten 25 cent alma karşılığı anlaşma yapmıştır. 1 sezon boyunca 1 milyon bilet satılmıştır ve wilt kardeş 250.000 dolar kazanmıştır. şimdi wilt'in kazancının haksız olduğunu ve bu paradan keserek başkalarına para dağıtmayı adil sayabilir miyiz?

    kymlicka, nozick'in kendi üzerimizde hak sahibi olma adı altında kantçı "insan kendinde amaçtır, araçlaştırılamaz" ilkesine dayandığını vurgular. bu bakış açısına göre insan kendinden bir amaçtır bir diğer toplumsal amacın, örneğin refah toplumunun, merhametli olmaya çalışan idarecilerin vs, amaçlarının bir aracı olarak kullanılamaz. liberal eşitlikçi olan rawls ve dworkin, insan yeteneklerinin tamamen şans eseri dağıtıldığını bu sebeple de yetenekli olanların yeteneksiz olanlara karşı bir ahlaki sorumluluğu olduğunu düşünürler. nozick ise bu ahlaki sorumluluğun insanların kendi içlerinde bir amaç olduğu ilkesi ile çatışma içinde olduğunu savunur.

    kymlicka'nın eleştirisi ise yetkilenme kuramının (bkz: yetkilenme kuramı nedir?) birinci maddesinin tam olarak açıklanmadığı yönündedir. bir şeyi aktarmak için ona ilk başta meşru olarak sahip olmamız gerekir. peki bir malın ilk sahibi kimdir?

    bu sorunun yanıtı olmadığı için nozick bir kereye mahsus yeniden dağıtımı onaylar. ancak yine de lockecu koşul'u öne sürerek ilk mal edinimi hakkında bir temel sağlamaya çalışır.

    ancak ne locke ile ne de kant ile sağlam, en azından kymlicka'yı ikna edecek kadar kapsamlı bir bağı kuramadığını söylemeliyiz. burada ilginç bir yorumu da eklemek istiyorum. düşünür susan okin, nozick'in kendi kendinin sahibi olma ilkesinin aslında bir tür "anaerkil köleliğe" uzandığını söyler. okin'e göre eğer insanlar kendi yeteneklerinin sonuçlarının da mülkiyetini alma hakkına sahipse o halde annelerin neden çocuklarının mülkiyetine sahip olmadığını sorar. nozick'in kuramının aradığı şartların tamamına uymaktadır oysa annelik. okin bu örnek üzerinden nozick düşüncesinin örtülü olarak kadınları dışladığını detaylandırır ve kendi kendinin sahibi olması ilkesinin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini iddia eder.

    netice itibarıyla kymlicka liberterliği neredeyse sadece nozick üzerinden okuyarak hem avusturya iktisat okulu düşünürlerini dışarda bırakır hem de liberterliği dar bir çerçeve içine sıkıştırmış görünür. ancak yine de liberter düşünceyi bir bütün olarak rafa kaldırmaz. onun yerine liberterliği karşılıklı yararı öngören bir özgürlükçü kuram olarak yeniden değerlendirmeyi önerir.

    (bkz: kymlicka'da liberterlik ve karşılıklı yarar)
    (bkz: kymlicka'da liberterlik ve özgürlükler)

    netice itibarıyla "liberterlik ile liberal eşitliğin ortak paydası insanların tercihlerine saygılı olma ilkesidir. ancak liberterlik eşitsiz koşulların düzeltilmesi ilkesine karşı çıkar." her ne kadar kulağa itici gelse de liberterlerin meşhur "kaygan zemin" tezi yine liberterleri ciddiye almak zorunda bırakır. bu teze göre eğer eşitsiz koşulların düzeltilmesi ilkesinin benimsersek toplumsal müdahaleye, merkezi planlamaya hatta insan mühendisliğine yol açan kaygan bir zemin yaratmış oluruz. "libertere göre bu kaygan zemin, tercihlere saygı ilkesinin, koşulları eşitleme zorunluluğunun ayakları altında ezildiği köleliğin önünü açar. "

    kymlicka'nın liberalizmini burada bitiyorum. (bkz: liberalizm nedir?) başlığı altında öncelikle ikincil ve geniş açılı kaynaklardan, süreç içinde de adım adım birincil kaynaklardan yararlanarak liberalizmin geniş bir okumasını yapmaya çalışacağım. umarım birine bir fayda sağlar.