• ömer taşgetiren çağdaş siyaset teorisi adlı derleme kitapta liberalizmin nozickçi rawlsçı ikilemi hakkında ufak bir bilgi verdikten sonra liberalizmin daha soluna düşen yeni bir tartışmayı, yani otonomi vurgulu ve tolerans vurgulu yeni liberal görüşleri tartışmaya açıyor.

    otonomi vurgulu liberalizm kant ve mill'in fikirlerini temel alarak kişinin kendi kararlarını alması ön plana çıkarır. bu tip liberalizme kapsayıcı liberalizm denir. bu görüşü savunan teorisyenler bireyin hür kararlar alabilmesi için liberal bir eğitim sisteminin zorunlu olduğunu söylerler. ayrıca ufak kültürel gruplardaki insanların exit right'a yani çıkış hakkına sahip olması gerektiğini söylerler.

    otonomi vurgulu liberalizmde taşgetiren iki önemli isim zikreder. will kymlicka ve john rawls. kymlicka liberal çok kültürcü teorinin otonomiyi toleransın ön koşulu olarak alması gerektiğini savunur. örneğin bir kültürde kız çocukları okutulmuyorsa devletin bu geleneği tolerans kapsamında onaylaması mümkün değildir. kymlicka aynı zamanda liberal bir dayatmanın da sakıncaları olduğunun farkındadır. gruplar liberal değerleri emperyalist olarak adlandırmaya ve ona karşı mesafelenmeye meyillidir. bu sebeple de bu sürecin incelikli olarak yürütülmesi gerektiğini söyler. katolik kilisesinin kadın papaz yapmaması örneğin liberal devleti ilgilendirmemelidir ancak kadına şiddet gelenekler bahanesiyle de meşrulaştırılamaz.

    otonomi vurgulu liberalizmin ikinci teorisyeni olarak rawls'ı alır. rawls'a göre tüm toplumlarda geçerli olabilecek ortak iyiler vardır(primary goods). huzur, güvenlik, sağlık vs. rawls da devletin tolere etmeyeni tolere etmeme hakkı olduğunu savunur. ancak rawls siyasi liberalizm kitabında liberal bir devlette huzur içinde yaşamak isteyen grupların mutlaka liberal değerleri benimsemek zorunda olmadığını belirtir. önemli olan iletişim kanallarının açık tutulması ve herkesin kendi özgürlüğünü yaşayabileceği konusunda örtüşen mutabakatların (overlapping consensus) sağlanmasıdır.

    tolerans vurgulu liberalizm ise çok kültürlülüğün korunması ve geliştirilmesi temel amacıyla fikir üretir. burada taşgetiren, william galston'un aydınlanma projesi ve reformasyon projesinin liberalizmin iki idealini yansıttığını söyler. aydınlanma projesi otonomi vurguludur. reformasyon projesi ise avrupa'daki din savaşları sonrasında ortaya çıkan farklı dinlerin ve kültürlerin bir arada yaşamasını nasıl sağlayabiliriz? sorusunun yanıtını aramaktadır.

    galston'a göre bu iki proje çatışma halindedir. zira otonom birey konseptini batılı beyazlar dışında neredeyse kimse tarafından sahiplenilmemektedir. bu sebeple de liberalizmi çok kültürlü bir dünyanın imkanı üzerinden anlamak gerekmektedir. galston'a göre liberal çoğulculuk üç ana ilke üzerine oturmaktadır: 1- değer çoğulculuğu 2- yaşama hürriyetleri 3- siyasi çoğulculuk. ona göre liberal devletin toplumsal rasyonalitenin sağlanması gibi bir amacı vardır. bu sebeple de o da otonom vurgulu liberaller gibi hoşgörüye karşıt eğitim sistemlerinin tolere edilmemesi gerektiğini savunur.

    chandran kukathas ise çok kültürlü liberalizmin otonomiyi gerekirse reddecek şekilde anlaşılması gerektiğini savunur. liberal takımadaları: bir çeşitlilik ve özgürlük teorisi adlı kitabında devletin adalete değil meşruiyete odaklanması gerektiğini savunur. ona göre liberalizm otonomi vurgusuyla birlikte insanlara tek tip bir adalet anlayışı dayatmaktadır. ona göre pekala hiç sorgulanmamış hayatlar da yaşamaya değerdir. ona göre insanlar inandıkları neyse ona göre yaşayabilmelidirler. örneğin abd'ye göç etmiş hintli bir ailede eğer erkek ölürse ve kadın kendisinin de onunla birlikte yakılmasını isterse buna saygı gösterilmelidir.

    kukathas'ın temel aldığı mantık şudur: bir toplumdaki parçalar liberal değillerse ancak birbirlerinin yaşam hakkına saygı gösteriyorlarsa bu liberal bir toplumdur, ancak aynı parçaların tamamı liberalse ve liberal olmayan parçalara izin verilmiyorsa o toplum liberal değildir. yani ışid, hizbullah, komünistler ve faşistler birbirlerine karışmadan ve birbirlerine hoşgörü göstererek yaşıyorlarsa orası liberal bir toplumdur. kukathas'a göre önemli olan meşruiyettir ve bu meşruiyet ancak insanların kendi vicdanlarına uygun yaşamaları ile mümkün olur. liberal bir devlet de adalet gibi müphem bir kavramı dayatmaya çalışmak yerine bu parçalarla uzlaşarak meşruiyetini güçlendirmelidir.

    tolerans liberalizmine örnek olarak üçüncü örnek david mccabe'in modus vivendi liberalizmidir. ona göre liberalizm temel olarak mill'in 3 prensibini hayata geçirmeye çalışmalıdır: 1- zarar prensibi(başkalarına zarar vermediğin müddetçe her şey serbest) 2- anti paternalizm (devletin bize ana babalık yapma hakkının olmaması) 3- gerekçelendirme şartı( devletin temel özellikleri vatandaşları tarafından kabul edilebilir olmalıdır)

    mccabe gerekçelendirme şartına dikkat çekerek meşruiyeti sağlayan şartın bu olduğunu ancak bu şartın liberal olanlar için değil liberal olmayanlar için düşünülmesi gerektiğini söyler. devletin liberal olmayan parçaları ile de yüzleşmek ve bir uzlaşmaya varmak zorunda olduğunu söyler. örneğin evrim teorisinin çocuklarına öğretilmesini istemeyen bir ailenin bunu devletten talep etmeye hakkı vardır ve devlet bu gereksinimleri karşılamalıdır. aynı şekilde liberalizmin ataerkil kültürlere karşı müdahale etmemesi gerektiğini belirtir. elbette insan hakları ihlalleri meselesi tartışılabilir ancak örneğin hint kültüründe ölen eşinin penisini boynunda kolye gibi taşımak zorunda olan bir kadının buna rızası varsa devletin buna karışmaması gerektiğini söyleyebilir mccabe'nin teorisi.

    mccabe devletin yapısı hakkında da adem-i merkeziyetçiliğin sorunlu olduğunun ve ılımlı merkeziyetçiliğin daha faydalı olacağını düşünür.

    görüldüğü üzere liberalizm son zamanlarda meşruiyet meselesini irdelemeye başlamıştır. ne denenirse denensin bazı kültürlerin ve grupların liberal değerleri benimsememesi neticesinde bu görüşlerin önem kazanmaya başladığını düşünüyorum. bu noktada liberal devlet ya liberal ilkelerin mutlak evrensel doğrular olduğu üzerinden hareket ederek kendini dayatacak -ve böylece faşizm ya da komünizmden bir farkı kalmayacak - ya da liberal ilkelere mesafeli gruplarla uzlaşmanın bir yolunu bulacak.

    ben bu uzlaşma yolunun liberal devlet içindeki tüm gruplarla tek tek görüşerek gerçekleştirilebilecek uzun vadeli bir proje olduğunu düşünüyorum. ancak bir taraftan da "liberalizmin kırmızı çizgileri nerededirler?" tartışmasını da ayrıca sürdürmek böylece bir uzlaşma arayışı içindeyken insan hakları ihlallerine de göz yuman bir devleti inşa etmemek gerektiği kanatindeyim.