• depremin yaraları yavaş yavaş sarılırken bir yandan da memleketin çürümüşlüğünü doya doya tattığımız bir hafta oldu. deprem için yardımcı olmaya çalışan sivil toplum kuruluşlarına saldırıldı, devletin toplumsal felaketlere hazırlıksızlığı ortaya çıktı ve hükümet gerçekten iktidarda kalmak dışında hiçbir şey düşünmediğini bülent arınç aracılığı ile göstermiş oldu. çürük bir ülkede, trollerin yönettiği algıda mahsur kalmış durumdayız. kendimize kaçmaya çalışıyoruz ancak maalesef kendimiz de, içinde yaşadığımız çevre ve toplumdan bağımsız değiliz, olamıyoruz. inisiyatif almak artık bir seçenek değil, mecburiyet.

    bu haftanın gündemine geçmeden önce biz özgürüz'ün buradan ulaşılabilecek, cumhurbaşkanına yazılmış açık mektubuna göz atmanızı öneririz.

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    bu hafta mises enstitüsü ile başlayalım.

    eklemek istediğim ilk yazı 03.09.2021 tarihli gary galles'e ait bir çeviri. çevirmen fırat kaan aşkın. doğal afetlerin zararlarını devlet planlaması değil, piyasa giderir başlıklı yazıda, etikten ve liberalizmin temel felsefesinden bihaber şekilde, sadece iktisat ilmi üzerinden bir akıl geliştirmeye çalışmanın insanı düşüreceği komik durumları gösteriyorlar. yazıda afetler devletin güçlendirilmesi için bahane olarak kullanılmamalıdır diyor. burada haklı elbette devletin güçlendirilmesi değil kademe kademe yok edilmesi gerekmektedir ancak devlet denen konseptten daha iyi bir organizasyon aygıtı geliştirilerek bu yapılabilir. ve gördüğümüz kadarıyla devlet hiç müdahale etmeseydi özel sektör değil devletten iyi çalışmak neredeyse hiçbir iş yapamayacaktı. ancak bu gündem tartışmasında buna yer vermeyeceğim. detaylı bir tartışma için (bkz: türkiye liberalizmi'nin kaldığı ahlaki sınav) başlığını öneriyor ve devam ediyorum.


    ************************************mutlaka okuyun************************************
    ikinci yazı serkan kiremit'e ait, 2004 yılına ait bir yazı. paradan devleti atmak başlıklı bu yazıda paranın kaynağının devlet değil, piyasa olduğu ve güven denen esas para kaynağının piyasaya açılması ile hem daha düşük enflasyona hem de devletin iyice leviathanlaşmasının durdurulabileceğini savunuyor. okunmasını muhakkak öneriyorum.
    ************************************mutlaka okuyun************************************
    üçüncü yazı 25.08.2010 tarihinde kaleme alınmış, jeffrey a. tucker & n. stephan kinsella'ya ait mallar, kıt olanlar ve kıt olmayanlar başlıklı yazıda, bir malın kıt olup olmaması ve bunun iktisat için anlamı tartışılıyor. kendine özgürlükçü diyen herkese gerekirse sopa zoruyla okutulması gereken bir metin olmuş. hazırlayanların ellerine sağlık.
    ************************************mutlaka okuyun************************************
    dördüncü yazı 01.02.1989 tarihinde kaleme alınmış, llewellyn h. rockwell jr.'a ait, ermenistan'daki sosyalist holocost adlı yazı.

    son yazı ise 14.03.2022 tarihinde, patrick carroll tarafından kaleme alınmış fiyat artırmayı önleme yasalarının arkasındaki bilişsel önyargı başlıklı yazı. yine mises enstitüsü'nü neredeyse tek başına ayakta tutan fırat kaan aşkın tarafından çevrilmiş. bu yazıda fiyat artışının doğal olarak kötü olduğunu düşünen npc'lerin ya da bilal'lerin minik akıl yürütmeleri açıklanmış ve kendilerine mantığın yolu gösterilmiş. işe yarar mı? sanmam. bir bardağa okyanusu dökersen elinde bir bardak su kalır.
    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    sırada serbestiyet var.

    cemalettin n. taşcı'nın 14 şubat tarihli o sandık buraya gelecek başlıklı yazısı arınç'ın, olağanca özgül ağırlığı ile verdiği talihsiz "seçimi erteleme" konulu demeçler üzerinden, seçimin ertelenme ihtimalini ve bu durumda neler olabileceğini anlatıyor.

    oral çalışlar ve yıldıray oğur'un 15 şubat tarihli yazıları suriyeli mültecilerin durumunu, yaşanan felaket üzerinden değerlendiriyor.

    yunus emre erdölen'in teşekkürler yabancı: her nereden geliyorsan, her nereye gidiyorsan başlıklı yazısı felaket sonrası başka ülkelerden gelen yardımların ve yardım ekiplerinin bir değerlendirmesini yapıyor ve 99 depremindeki yardımları, yunanistan'la aramızdaki buzları "neredeyse eriten", "deprem diplomasisi"ni hatırlatıyor. okumaya değer bir yazı.

    levent mazılıgüney'in 16 şubat tarihli başımıza çöp mü yağsın taş mı? başlıklı yazısı, hukuksuzluğun kötü sonuçlarından örnekler vererek çok anlamlı bir soru soruyor: "hukuku enkaz altından çıkarmadan her afette enkaz altında kalmamak mümkün olacak mı?"

    alper görmüş'ün 16 şubat tarihli yazısı, sivil inisiyatiflere yapılan yardımları ve bu kurumları şeytanlaştıran iktidarın bundan neden zarar görmediğini tartışıyor. üzerine düşünülmüş ve özenle yazılmış bir yazı. sorduğu önemli soru şu: "bu siyasetçilerin hitap ettiği insanların yardım ve yardımseverliğe dair duyguları toplumun öbür kesimlerinden farklı olmadığına göre, yani onlar da bu değere pozitif bir önem atfettiğine ve öbürleri kadar yardımsever olduğuna göre, hangi duygu bundan daha üstün gelip onu bastırmaktadır? ki bu nedenle yardımseverlik duygusunu şeytanlaştıran kendi siyasetçilerini cezalandırmayı düşünmemektedirler." yanıtını da gayet güzel veriyor, buradan.

    roni margulies, büyük isabetle türk erkeği ağlamaz(ben ağlarım) başlıklı yazısında deprem sonrası dışarıdan gelen yardımlar ve yardımlaşmanın duygusal boyutunu anlatmış. keşke daha uzun bir yazı olsa diye düşündürüyor okurken.

    `etyen mahçupyan `18 şubat tarihli yazısında, yaşanan felaket üzerinden iktidarın-yalan ilişkisini konu edinmiş. okumak için.

    vahap çoşkun'un 18 şubat tarihli yazısı da cemalettin taşçı gibi, seçimin ertelenmesine dair "salt ahlaken değil hukuken de zayıf" beyan ve tartışmalar üzerine. buradan okunabilir.

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    karar gazetesi

    13 şubat tarihli ibrahim turhan'a ait yazıda, henüz insanlar enkazların altında can çekişirken, felaketin boyutunu kamu nezdinde büyütmek ve yetersizlikleri örtmek amacıyla başlanan "asrın felaketi" propagandasını işaret ederek kapsamlı ve yerinde tespitlerde bulunuyor.

    "yöneticilik bahane bulmak değil sorumluluk almaktır."

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    özgürlük araştırmaları derneği'nde bu hafta çıkan tek fikir yazısı mustafa erdoğan'a ait deprem afeti ve sonrası başlıklı yazı. burada yazar deprem sonrasındaki hükümet politikalarının kötü niyet barındırma ihtimaline karşı bizi uyarıyor. bilgece bir bakış açısı.

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    bu hafta hür kirpi'de, rothbard kürsüsü'nde, hür fikirler'de yazı yok. depremin yaraları sarıldıkça insanların daha fazla entelektüel çabaya vakit ayırabileceğini umarak bu haftayı kapatıyorum.

  • mises'ten fırat kaan aşkın'ın çeviri yazısına yapılan eleştiri oldukça kötü. 2 gerekçem şöyle;

    1) depremzedelere yapılan yardımların çoğu gönüllüydü. devlet yetkilikeri ve devlet kurumlarının mevcudundan daha fazla sivil örgütler vardı. twitter'dan da gördüğüm üzere ahbap ve haluk levent deprem bölgesine yapılacak olan yardımlar için en güvenilir ve en büyük sivil tüzel ve gerçek kişiydiler.

    2) fiyat kontrollerinin yanlış ve gereksiz olduğunu düşünüyorum fakat o bölgelere yapılan yardımlar o kadar büyük ki fiyat kontrollerine rağmen, en azından kısa vadede, problem çıkmaz. yine de fiyat kontrolleri zararlı yanlarını orataya çıkarmadan kaldırılmalı.

    3) devletin zor zamanlarda daha işlevsel olduğunu düşünmek tam 1 akıl tutulması. ailesini ve yakınlarını kaybedenleri bile sansürlemeye ve devletin ne kadar yardımsever olduğuyla ilgili propagandalar yapıldı. bu yetmezmiş gibi ilgisiz alakasız kişiler tehdite maruz kaldı. depreme rağmen ekonomimizin büyümeye devam edeceğini dinledik. kaldı ki aynı hükümet 7 kere imar affı çıkardı ve 8.si de gündemdeydi.
    benzer şekilde devletin çoğu zaman neler yaptığı meçhul. tavşanların üreme hızından daha hızlı yönetmelik, cb kararnamesi çıkıyor. yapılan yardımları kendileri üstlerine almak için neler yaptıklarını tamamen bilmiyoruz. benim bildiğim depremzedelere yardım etmek için dernek açsanız bile toplanan paraların doğrudan depremzedelere gitmesi yasak. ölüm anında devletin daha güvenilir olduğunu düşünmek, deprem anında camdan atlamak gibi bir şey.

  • #2253 no.lu entry'e cevaben,

    öncelikle bu eleştiri sadece bu hafta çıkan yazıyla ilgili değil, deprem gününden itibaren mises'in genel yaklaşımı ile ilgili bir eleştiriydi. bu sebeple geçen haftanın gündemini de okuman beni daha iyi anlamanı sağlayabilir.

    senin eleştirilerine gelirsek;

    1- "çoğu" gönüllü, "daha fazla" sivil örgüt. bence ikimiz de gerçek rakamlara bakmalı ve ondan sonra bu hususu detaylandırmalıyız. zira ben de aksi şekilde, kurtarma çalışmalarına katılan toplam devlet personelinin toplam gönüllüden "daha fazla" (sadece asker, polis, itfaiyeci, doktor, hemşire vs. sayılmamalı aynı zamanda devletin örgütlenmesine yardımcı olduğu afad dahil tüm kurum personeli ve sadece bir "devlet" olduğumuz için diğer devletlerden gelen yardım personelleri vs. de bu toplam sayıya eklenmelidir.) olduğunu tahmin ediyorum. dediğim gibi rakamları bulalım ve sonra kim haksızsa diğerinden bir şey öğrendiği için teşekkür etsin :)

    2- genel tefekkürüne katılmakla birlikte daha önceki gündemlerde de detaylarına yer verdiğim şekilde, afet durumunda esas sorun zamanın kendisidir. yani, 72 saatte insanlar ya ilgili mala ulaşırlar ya da soğuktan, susuzluktan ya da açlıktan ölürler. durumun bu vehameti, piyasa mekanizmalarının arz-talep dengesini sağlamak için ihtiyaç duyduğu vakitte artık hiçbir şeye ihtiyacın kalmaması gerçekliği ile bizleri yüzleştiriyor. bu sebeple ben mezkur kritik süre içerisinde devletin ya da herhangi birinin, aynı işi yapacak sivil bir organizasyon yok ise, insanların hayatta kalmaları için önceden bilinen süreler (örneğin bir kış depreminde bu 72 saattir) kadar ve ilgili konuyla alakalı yerleşim birimlerinde(sadece deprem bölgelerinde) geçerli olmak kaydıyla piyasa mekanizmasını rafa kaldırma hakkına sahip olması gerektiğini düşünüyorum.

    3- bu eleştiride genel bir devlet karşıtlığı var ki bence de özgürlükçülüğün temel ilkelerindendir. ancak, afet koşullarında yukarıdaki yanıtta belirttiğim gibi süre kısıtı olduğundan, durum ile ilgili toplam verinin süratle toplanması, değerlendirilmesi ve varılan neticeye göre ulaşılabilen tüm organizasyonların güçlerinin tek bir afet koordinasyon birimi altında birleştirilmesi gerekiyor. zannediyorum ki bu cümleye katılacaktır eleştiri sahibi.

    soru şu, türkiye'de gerçekten devlet dışında bunu kim yapabilir? elbette sivil hayat zamanında gelişmiş olsa idi, devlet liberal ilkelere göre yönetiliyor olsa idi, insanlar çoktan afet durumlarında ne yapacaklarını çok daha iyi biliyor olacaklardı ve devlete hiç gerek kalmayacaktı. bu sebeple ben daha iyi bir sivil toplum organizasyonu kurulana, o organizasyon devlet ve diğer güç odaklarına karşı hukuk koruması altına alınana kadar ( ahbap'ın başına gelenler, oğuzhan uğur meselesi, fakbaş * gibilerinin yarattığı provokatif ortam vs.)maalesef bu zorunlu kötülüğün elimizdeki en iyi araç olduğu kanaatindeyim.

    bu da aklın 1 diğer yoludur :)

    devletin ve hükümetin kötü politikaları ise tamamen ayrı bir tartışma konusu. zira japonya'da olan devlet sadece kontrolleri doğru yaparak 9.1 şiddetindeki depremde bile insanlarının daha uzun süre hayatta kalmasını sağlayabiliyor. bu sebeple müsait bir zamanında seni (bkz: devlet aygıtını yeniden düşünmek) başlığında ağırlamak isteriz.