• "bütün umutlarını mı kaybettin? sabah uyandığında, hiç gökyüzüne baktın mı? şafakta, güneşin doğuşunu görmek istemez misin? gün batımında, güneşin kırmızısını ve sarısını artık daha fazla görmek istemiyor musun?"

    kirazın tadı, orijinal adıyla ta'm e guilass, 1997 iran-fransa ortak yapımlı bir abbas kiyarüstemi filmidir. başrolde badii adıyla hamoyoun ershadi bulunmakta. yayınlandığı yıl cannes festivalinde palme d'or ödülü almıştır. ayrıca criterion collection'ın da bir parçasıdır.

    --spoiler--
    badii iranlı bir adamdır ve yakında intihar edecektir. ancak intihar ettikten sonra bir miktar para karşılığında üstüne toprak atması için birini aramaktadır. kendisi hali hazırda bir kiraz ağacının altına çukurunu açmıştır ve ertesi günün sabahına planladığı intiharı için arabasıyla gezmekte, yolda gördüğü insanları gözlemleyip planını anlatmaktadır. önce kürt bir asker, daha sonrasında afganlı bir ilahiyatçıya bu konuyu açar. fakat ikisi de bu durumu reddeder. en sonunda arabasına çocuğu hasta olan ve daha önce intihar girişiminde bulunmuş bir türk tahnitçiyi alır ve bu adam badii'nin istediğini kabul eder.

    filmin aslında doğru düzgün bir senaryosu yokmuş, doğaçlama üzerinden ilerlemesi istenmiş. zaten bu nedenle, film boyunca bulunduğunuz atmosfer öyle ki, bir günü badii'yle beraber, yanında, belki arka koltukta geçiriyormuşsunuz gibi hissettiriyor.

    badii'nin bu karardaki kesinliğinin yanısıra arabaya binen üç kişide de intihar sorgulaması yapıldığını görüyoruz. kürt askerin buna cesaret edememesi, afgan ilahiyatçının dine göre sorgulaması... bizzat seçtiği kişiler paraya ihtiyacı olan kişiler idiyse de hiçbiri buna cesaret edemez. hayatlarının zorluklarında badii'nin neden bunu istediğini anlayamazlar ve zor bir yaşam sürseler de onlar bir şekilde yaşıyordur.

    türk tahnitçide ise tecrübenin konuşmasını duyuyoruz. yaşama bağlanmayı, ufak şeylerin güzelliği, umut... badii, bana kalırsa bunlardan etkilense de bir şekilde bütün film boyunca kesinliğini korumakta. ve hiçbir şekilde intihar gerekçesini de öğrenemiyoruz.

    "duygularımı anlayıp paylaşabilirsiniz, bana merhamet gösterebilirsiniz ama acımı hissedebilir misiniz? hayır. acı çekersiniz ve ben de çekerim. sizi anlarım. acımı anlayabilirsiniz ama onu hissedemezsiniz."

    araba sahnelerinde badii ve yan koltukta oturan karakterleri aynı sahnede göremeyiz, çünkü sahnede kim varsa yan koltuğunda kiyarüstemi oturuyor. minimalist uzun çekimleriyle ve arada gösterilen çalışan insanlar, çocuklar, iş arayan insanlarla bir melankolide sarıyor etrafı. melankolinin yanında yaşamın canlılığı, insanların bir şeyler uğruna çaba sarfetmesi mesajı da var elbette. bir sahnede badii'nin arabası çukura saplanıyor ve bir grup işçi hemen yardımına koşuyor. metaforik de olsa bir yardımlaşma söz konusu. iran'ın yollarında badii'nin yaşam ikilemi var.

    --spoiler--
    ancak hep bu ikilem içerisindeyiz. badii'nin planını anlatırken kurduğu iki cümle var. ilaç ile intihar edeceği için çukura toprak atılmadan önce ölüp ölmediğinin kontrol edilmesini, ölü değilse uyandırılmasını istiyor. buradaki ikilem ise badii'nin aslında ölümümü yoksa bir umuda kendisini bırakması mı olduğu. veyahut türk tahnitçi, bakari bey'in badii'nin isteğini oğlu için mi yoksa başka bir sebepten ötürü mü kabul ettiği. her ne ise, filmdeki konuşması biz seyirciler için çarpıcı bir etki bırakıyor.

    ben bu soruların ikilemden ziyade cevap olduğunu da düşünüyorum. neticesinde bir şeyi eylemek için illa ki bir nedenimiz olması gerekmiyor, en azından geçerli bir neden olması. bakari bey hem çocuğu hem de geçmiş tecrübesi için kabul etmiş olabilir ya da hali hazırda badii hem ölümü dileyip hem de umut ışığı aramakta olabilir. belki de bu yüzden bir nevi kumara bırakmış da olabilir hayatını. okuduğum bir film analizine göre, filmde bir yaş sıralaması ve zıtlık görüyoruz. genç bir asker ancak korkak, erişkin bir ilahiyatçı ancak din bilgisi zayıf, yaşlı bir tahnitçi intiharı engellemeye çalışıyor ancak belki paraya ihtiyacı var. bu yaş sıralamasında hayatın aşamaları mesajı da mevcut gibi. genç, yetişkin, yaşlı ve doğum, yaşam, ölüm. filmin sonunda ne olduğunu bilmiyoruz, badii öldü mü, bakari bey sözünü tuttu mu... alper tunga öldü mü, ıssız acun kaldı mı...

    bilseydik bakış açımız tamamen değişirdi diye düşünüyorum. film bir yolculuk ve bize verdiği birçok ders... ölseydi umutsuz mu olurduk, ölmeseydi umutlu bilemiyorum. tek bildiğim bana verdiği dersin her anlamda yolculuğun ne kadar önemli olduğu ve yolculuğun yaşam olduğu fikriydi.

    eklemeden de geçemem, görüntü ve kadrajlar çok çok güzel idi. bir kum fırtınasında sakince savrulmak gibi, her sahnede estetik bir arayış ve şiirsellik yatıyordu. nedendir bilinmez son sahneleri her ne kadar filmin geneliyle karşılaştırılamayacak olsa bile görüntülerini daha çok seviyorum. bu sefer karmaşa son buluyor, şahit olduğumuz tüm tonlar kendini sarı ve turuncunun hakimiyetinden alıp karanlığa bırakıyor. ama bu ne karamsar bir his ne de üzücü. yağmur yağıyor ve badii kararlığıyla orada gökyüzünü seyrediyor.

    kaynakça: alıntılar '1000kitap'