• 11-13. yüzyıllar arasında özellikle iki kılıç kuramı ile kilise dünyevi iktidar üzerinde hakimiyetini oldukça güçlendirmişti. imparatorları, kralları afaroz ediyor, vergi vermiyor ve kamu mülklerinin çoğunu elinde tutuyordu.

    ancak elbetteki kilisenin bu iddiası krallar tarafından tehlikeli bulunuyordu. özellikle haçlı seferleriyle birlikte kilisenin neler yapabileceği iyice ortaya çıktıktan sonra kilise ile krallar arasındaki çatışma sürekli yükselmiştir.

    bu çatışma süresince papalığın tezini papa viii. bonifacius son derece net bir şekilde ifade etmiş ve 1302'de fransa kralı ıv. philippe'e karşı yayımladığı bir fermanda şöyle yazmıştır: "biri dünyevi, diğeri ruhani olan her iki kılıç da kilise er­kine aittir; ruhani kılıç kilise tarafından, dünyevi kılıç ise kilise için kullanı­lır; ruhani kılıcı rahip kullanır, dünyevi kılıç ise rahibin onayı ve izniyle kral ile şövalyeler tarafından kullanılır. demek ki kılıç kılıcın altında bulunma­lı ve dünyevi otorite ruhani otoriteye bağımlı olmalıdır."(1)

    bu görüşün en önemli savunucusu olarak aquinumlu thomas'ın öğrencisi olan aegidius colonna romanusu görebiliriz. 1301 tarihlide potestate ecclesastica (kilise iktidarı üze­rine) adlı metinde ruhani otoritenin dünyevi otoriteden daha saygın ve üstün olduğunu savunmuştur. ona göre tanrının yeryüzündeki temsilcisi olan papa ruhani alanı ilgilendiren her türlü dünya işinde de otoritedir. ruhani alanı ilgilendirmeyen bir yer de yeryüzünde olmadığına göre kralların doğrudan kiliseye bağlı olması en doğrusudur.

    daha radikal bir görüş ise viterbolu jacobus'a aittir. 14.yy başında yazdığı de regimine christiano adlı eserinde tek gerçek krallığın kilisenin krallığı olduğunu tek gerçek kralın ise papa olduğunu savunur. ona göre iyi bir yönetim için tek yol kilisenin yol göstericiliğidir. krallar kilisenin sözünden dışarı çıkarlarsa papanın onları hizaya sokması sadece kilisenin doğrudan sorumluluğudur. bu sebeple tüm krallar ancak papalığın vasalları olarak değerlendirilmelidir.

    elbette kralcılar da bu dönemde boş durmuyorlardı. kilisenin yukarıda anlatılan tezlerine karşılık krallar öncelikle pagan dönemin hukuk kurallarını incelemeye yöneldiler. bu konudaki en yetkin örnek olan roma hukukunu yakından incelediklerinde ise aradıkları buldular.

    roma hukukunda buldukları ilk faydalı şey feodaliteye karşı mücadelede kullanacakları tek merkez fikriydi. roma hukukunda güç tek merkezde, roma'da toplanmıştı. kamusal güç tek olmalıydı zira tek bir ülkede kamusal alan da tekti. tüm devletin ortak iyiliği için tek bir kaynaktan hareketle yönetilmesi gerekiyordu ki bu tek kaynak da kral olmalıydı.

    ikinci faydalı şey ise rex est imperator in regno suo" (kral kendi hükümdarlığında imparatordur) ilkesinin tekrar ortaya çıkarılmasıdır. bu ilkeye göre kral kendi hükümdarlığında tartışmasız tek otoriteydi ve otoritesinin kaynağı tanrılar değil, halk idi. bunu yaparken de elbette tanrıdan gelen yönetme haklarını da riske atmadan hafifçe değiştirdiler. kralın tanrıyla olan ilişkisi kralın kutsal hakkı olarak tanımlandı ve tanrının idare için o topraklara ilgili kralı atadığı şeklinde yorumlandı.

    kral yanlısı bu akıl yürütmenin en önemli örneklerinden biri de potestate regia et papali (krallık ve papalık iktidarı üzerine) adlı kitabı ile parisli jean'dir. ona göre öncelikle fransız tahtı kiliseden önce olması dolayısıyla ona bağlı değildir. papalık ile krallık arasında bir ast-üst ilişkisi olamaz herkes kendi egemenlik sahası içinde otoritedir. ikinci olarak kutsal yazılarda görüldüğü üzere tanrı manevi kılıcı petrus'a dünyevi kılıcı sezar'a vermiştir. ne imparator kılıcını kiliseden ne de kilise kılıcını imparatordan almıştır. üçüncü olarak iktidarın kaynağı olarak halk gösterilerek hem papalık devre dışı bırakılmış olur hem de kralın iktidarı sınırlandırılmış olur. burada görmemiz gereken bir diğer güzel şey papalık savunucularının gözü kapalı daha fazla itaat yaratmaya çalışırken, krallık yanlılarının papalıkla birlikte krala karşı da sürekli tetikte olmalarıdır. görülüyor ki o dönem kilise karşısında kralların yanında olanların tek derdi papalığın gücünü kırmak değil aynı zamanda krallığın otoritesine karşı da halkı güvence altına almaktır.

    on dördüncü yüzyılın özellikle ilk yarısı bu tip fikir çatışmaları ve bunları takip eden savaşlarla geçti ve sonunda kralların güçlerinin ispatlamalarıyla adım adım reform ve rönesansı doğuracak sekülerleşme süreci başlamış oldu.

    kaynak
    ağaoğulları, m. a., türk, d., yalçınkaya, a., yılmaz, z., & zabcı, f. (2012). sokrates'ten jakobenlere: batı'da siyasal düşünceler (3. bs). iletişim yayınları. sf. 266