en beğenilenleri (38)

başlık listesine taşı
  • tandoğan

    dünden önceki gün*akşamüstü dikmen'den bir taksiye bindim. kızılay'da arkadaşlarımla buluşacağım. buluşma yeri olarak olgunlar civarında bir mekanı seçmişler.

    pipo içen taksici ankara'da pek rastlanır bir figür değildir. nazikçe piponun beni rahatsız edip etmeyeceğini sordu:

    -"etmez" dedim.
    -"nereye?"
    -"olgunlar'a. meclisin karşısında inerim."
    -"tamam. bakalım, oradaysa gideriz."

    taksicinin diksiyonu düzgün, özenli de giyinmiş. herhangi bir taksiciden farklı olduğu belli. her seferinde taksiciyle sohbet eden biri değilim ama ilgimi çekti:

    -"meclis bir yere gitmez herhalde"
    -"yok abi. olgunlar'ı diyorum. geçenlerde senin gibi bir abiyi aldım otogardan. tandoğan'a dedi. ben de tandoğan yok dedim. anadolu oldu orası. adam da uzun zamandır ankara'ya gelmiyormuş. vay ...lar dedi, kaç yıllık semti de çalmışlar"

    bilmeyenler için anlatayım. tandoğan meydanı'nın ismi eski ankara valisi nevzat tandoğan'dan geliyor. tarihe ankara cinayeti olarak geçen cinayetle ilişkisi yüzünden sanık olmuş. bu yüzden de intihar etmiştir(?). sonrasında bu ölümü araştıran okul arkadaşları tarafından "intihar süsü verilmiş bir cinayet" olduğu iddia eden bu olay ankara siyasetini epey karıştırmış.

    zira ankara cinayetini -valinin baskısıyla- üstlenen reşit mercan olsa da, asıl failin genelkurmay başkanı kazım orbay'ın oğlu haşmet orbay olduğu konusunda hemen herkes hemfikir. benim görüşüme göre vali, kirli bir siyasi baskı silsilesine kurban gitmiştir.

    2015 yılında melih gökçek başkanlığındaki belediye meclisince alınan kararla tandoğan meydanı anadolu meydanı oldu. kent kimliği ve kent belleği kavramlarına aşina olanlar bu değişikliğin neden yapıldığını anlamışlardır. bu ismin neden değiştirildiğinin cevabı şu sorularla da ilişkili:

    "inönü stadyumu'na ne oldu?"
    "cebeci stadı nerede?"
    "atatürk havalimanı nerede?"

  • turks and caicos

    adalarında yetişen melocactus intortus kaktüsünün fes benzeri çıkıntısı avrupalı kaşiflere osmanlı insanlarını hatırlattığı için bu adı almış ülke.



    45 bine yakın bir nüfusu vardır ve yüzölçümü gökçeada'nın yüzölçümünün 3 katından biraz fazladır.

  • halaskar

    ispanyolca libertador sözcüğünün türkçedeki karşılığı.

    libertadores diye anılan, güney amerika'nın bağımsız savaşı vermiş devletlerinin kurucu babalarına "kurtarıcı" anlamında verilen bu sıfat belki de bir insana verilebilecek en büyük payedir. bir ulusa kolonyal güçlerden kurtulurken liderlik edip, bağımsız yaşama yolunu açmış bu kişiler nezdimde napoleon gibi fatih kumandanlardan daha değerlidirler.

    simin bolivar, mahatma gandhi, jose de san martin, miguel hidalgo y costilla, george washington, mustafa kemal atatürk, habib bourguiba ilk aklıma gelenler. liste uzatılabilir.

    bizim mustafa kemal'imizi bu büyük adamlardan daha özel yapan bir şey var. halkın gırtlağına çökmüş emperyalist bir hanedan henüz tasfiye edilmiş değil. meşrutiyet temin edilmiş ama olası yeni bir müstebit idareye rıza gösterecek eğitimsiz ve itaatkar halk kitleleri hürriyeti yeşertmeye çalışanların üzerinde tepinmek niyetindeler.

    birinci dünya savaşı'ndan galip çıkan devletler gelip topraklarını paylaşmış, galip çıkmayanlar da helenofillerin izniyle anadolu'ya çıkmış. kutsal sayılan vatan toprağı habis güçlerin postalları, milletin gururu da küstah ve aşağılayıcı tavırları altında eziliyor.

    bunlar olurken içerideki ihtilafların da bini bir para, etnik azınlıklar bambaşka gayeler ve hayallerin peşinde. manda yanlısı, işgal işbirlikçisi, kayıtsızı, damat ferit diye bir gerçek haini memleketin yaraları.

    böyle bir halde mustafa kemal, ne yapıp ediyor... tam bağımsızlık amacında birleştirdiği milli mücadele kuvvetleriyle kendisinden çok daha büyük imkanlara sahip orduların yenilmesine vesile oluyor. yunan işgali bitince de rotayı istanbul'a kırarak zamanının en büyük devleti ile savaşma iradesini gösteriyor.

    bu barış zamanında kendince yaşamak pahasına gerekirse savaşta ölmek iradesidir. barış zamanında hür yaşamanın yolu da hem işgalcilerden, hem saltanatçılardan kurtulmaktır. bunlardan kurtulduktan sonra yüzyıllarca bir insana kulluk ettiren, biat ettiren korkudan da kurtulmak gerekiyor. insan bundan kurtulmalı ki kendi hayatını istediği gibi yaşayabilecek olsun, istediği erdemlerle yaşayabilecek bir hürriyeti haiz olsun.

    işte asıl devrim burada başlıyor. koca bir milletin zihnindeki zincirleri kırmak o kadar kolay değil. bu nasıl yapılır? halkın kolonyal metbularına* sadakatinin anlamsızlığı, anlaması kolay bir şey. gözden ırak olan gönülden de ırak. kolonilerde halk, ne inşa ediliyorsa kendilerinin inşa ettiğinin farkında. ama 600 senelik imparatorluktaki seramoniler hâla halkı etkileme gücüne sahip. hatta dini de avucuna almış. halife sıfatını taşıyarak dini hassasiyetleri olan insanları en nazik yerinden yakalamış.

    paşa, bu kurtuluşun cevabını eğitimde buluyor. çok satanlar listesinin başında marifetname olan bir halka bilimsel ilkeler ışığında hazırlanmış kitaplar ve çeviriler ilk defa gösterilince bir şey anlamamaları normal. kimisi okumayı bile bilmiyor. ama zamanla bu kitaplardaki ışığı fark edenler çıkıyor. politik düzenden, haklardan, özgürlüklerden, eşitlikten dem vuran, bunları sindirmiş batı düşüncesini işleyen kitaplar cevval gençlerimiz tarafından anlaşılıyorlar.

    kadınlar da medeni dünyanın gerektirdiği yerlerine yakınsıyorlar. hem kendi fedakarlıkları, hem de onları bir nebze de olsa anlayabilen bir yönetim anlayışı sayesinde. onlar da okuyorlar ve eşit vatandaşlara dönüşüyorlar. artık erkek padişahın, kadın erkeğin kulu değil. tanrı kelamını yalnızca kendi bildiğini iddia eden karanlık şeyhlere itibar azalıyor. insan artık teba değil ferttir. teminatı da cumhuriyettir. vatandaşın -inkılaplar yerleşince- verdiği reyle kendi kaderine de etki edecek hakkı vardır. dayısı olmayan, dedesi paşa olmayan da layık olduğu itibarı görecektir.

    işte bu gelişmelerin hepsi değilse de bir çoğunu borçlu olduğumuz kişi halaskârgazidir. emanetini korumak da, emaneti neden korumaları gerektiğini bizden sonrakilere öğretmek de bizim ödevimiz.


    kaynak:
    irene nicholson. the liberators: a study of independence movements in spanish america. new york, frederick a. praeger, 1968.

  • hizbullah

    bugün adı her geçtiğinde aklıma yaptıklarıyla insanlık ve devlet adamlığı dersi veren şehidimiz gaffar okkan'ı getiren terör örgütü. türkiye cumhuriyeti'nde ülkeye ve insanına bu kadar zararlı örgüt çok azdır.

  • samuel phillips huntington

    1996 yılında yazdığı medeniyetler çatışması: clash of civilizations eseriyle bugün anladığımız doğu ve batı düşüncesi arasındaki fark ve benzerlikleri iyice açıklayabilmiş amerikalı siyaset bilimci.

  • !tolerans

    dostoyevski'ye atfedilen bir alıntı:

    "tolerans öyle bir şekilde yüceltilecek ki zeki insanların düşüncelerini dile getirmesi embesiller gücenmesin diye yasaklanacak"

  • sir gerard clauson

    türk dil kurumu'ndaki muhteşem vatanseverlerimiz sempozyumlarla çeşitli şehirlerde dilimize büyük hizmetlerde bulunadururken 13. yüzyıl öncesinde kullanımını bulduğu türkçe kelimelerin sözlüğünü "an etymological dictionary of pre-thirteenth-century turkish ındex" eserinde vermiş ingiliz türkolog.

  • marek stachowski

    türk dilleri hakkında geniş ve özenli etimoloji çalışmaları olan polonyalı filolog.

  • 14 mayıs 2023 genel seçimleri

    aslında kendime not almak için bu başlığın altına yazıyorum.

    @la chatte noire'ın ümitvâr yazısındaki hisleri ben de paylaşıyorum. ve hislerimin özeti de şudur: sonunda hak ettiğimiz bir politik iklime kavuşuyoruz.

    başkanlık sistemi referandumundan önce de chp yetkilileri birleştirici, pozitif bir dil kullanmayı denemişlerdi. pinochet dönemi şilisindeki no! kampanyası gibi biz de otoriterliği gülümseyerek reddedecektik. maalesef olmadı. olmadı çünkü bu tavırda birleşememiştik.

    şimdi kendi içinden çıktığı halk kitlesini bile dışına ve altına iten siyasete karşı (ne mutlu bize) birleşmiş durumdayız. 14 mayıs'ta sandıktan çıkacak sonucun erdoğan aleyhine olacağı benim için su götürmez.

    ama chp veya iyi parti gibi bir partinin sultasının rövanşist bir hal alabilecek tavrına mahal vermeden, birçok unsurun birleştiği bir ortak aklı temin edebilmek bu dönemin en umut verici kısmı. çünkü artık sağ-sol doğrusundaki hemen her demokrat insan, başa kim gelirse gelsin kendisinin de, ötekinin de sesinin duyulması gerektiğinin farkına varabildi.

    ortak mutabakat bunun ürünüdür. 14 mayıs sonrasında da bize düşen şey bu ruhun sürdürülerek, verilen sözlerine yerine getirilmesinde ısrar etmek olacak. umarım bu ısrara gerek kalmaz.

    kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet.

  • !eşcinsel olmayanların gözünde eşcinsellik

    rızası olan yetişkinlerin cinsel hayatı onları ilgilendirir. ama sadece cinsel kimlikleriyle kendini tanımlayan ve bu konu dışında iki satır konuşulamayacak laubali eşcinseller hakkında iyi düşünmüyorum.

  • muz cumhuriyeti nedir?

    o. henry'nin bulup popülerleştirdiği terim.

    bu ibareden kasıt, genelde plütokrasi şeklinde örgütlenen ve doğal kaynaklarını yabancı kuruluşlara satarak geçinen illiberal demokrasiler veya cunta rejimleridir.

    yazar bu terimi ürettiği zaman işaret ettiği yer, başta "cuyamel" olmak üzere iki büyük şirketin yüz karası bir emek sömürüsü uyguladığı honduras'tı.

    cuyamel şirketi özellikle küçük toprak sahiplerinin topraklarını alıp meyve yetiştirerek amerika'ya satıyor, bundan çok büyük kârlar elde ediyordu. bu esnada honduras cumhurbaşkanı miguel davila başka bir şirket olan vacarros'a toprak işleme hakları verdi. karşılığında vacarros şirketi de yol yaptı.

    elbette cuyamel şirketinin sahibi samuel zamurray bundan hoşnut olmadı. eski cumhurbaşkanı manuel bonilla'ya paralı askerlerden oluşan bir ufak orduyu emanet etti. bonilla bu orduyla hükümeti devirdi. sonra da süper arkadaşı zamurray'e cömert imtiyazlar sağladı.

    bu durumun dünyamızın jandarması amerika'nın ilgisini çekmemesi mümkün değil elbette. fakat zamurray yaptığı diplomatik görüşmelerle amerika'yı honduras'a özgürlük götürmemeye ikna etti. burada bir şirket sahibinin, ülkenin dış ilişkilerinde hükümet yetkililerinden daha fazla etkiye sahip olması ilgi çekici. muz cumhuriyetini muz cumhuriyeti yapan özelliklerden biri bu. bunu aklımızda tutalım.

    yeni rejimi yürüten devlet görevlileri tamamen yozlaşmış oldukları için, zavallı honduras halkının olması gereken milli servet, halka bir nebze olsun koklatılmadı. şirket sahipleri bu problemleri hükümetten daha önce tespit edip hem etki alanlarını arttırmak hem de halk nezdinde imajlarını iyileştirmek için ülkenin altyapısını inşa etmeye koyuldular. tabii altyapının düzelmesi kendi işlerine (lojistik vb. sebeplerle) de yardım edecekti.

    honduras'ın yol yaptığını gören komşu ülkeler de birer birer aynı tuzağa çekildiler. rezalet bir bölüşüm rejimiyle vahşi kapitalizmin ders olarak okutulacak zamanlarını yarattılar. üç otuz paraya çalışan fakir kitleler ve işin kaymağını yiyen yüzde on arasında büyük bir uçurum oluştu.

    nihayet guetemala'da demokratik bir devrimle bu talancı rejimden kurtulmaya çalışan bir irade ortaya çıktı. elbette şirket sahipleri buna izin veremezdi. nitekim eisenhower'a şikayete giden heyet "asgari ücret" ve "çiftçiyi topraklandırma kanunu" gibi "komünizm tehlikesi" yaratan uygulamalardan bahsettiler. muvaffak da oldular.

    guetemala'daki yönetim amerikan desteğiyle rejimi ele geçirdi ve kırk yıl sürecek, diktatörlerce yönetilen bir kukla devlet yaratıldı.

    bu şirketlerin etkileri bugün hala sürmektedir. standart fruit bugün "dole" ismiyle, united fruit de "chiquita" ismiyle hemen yanıbaşımızdaki süpermarketlerden ürünlerini bize satarlar.

    kaynak:
    richard alan white (1984). the morass. united states ıntervention in central america. new york: harper & row.
    dario a. euraque (1996). reinterpreting the banana republic. region and state in honduras, 1870–1972. chapel hill, north carolina: university of north carolina press

  • mafya devlet

    hükümetin organize suç örgütleriyle ilişki kurduğu devletlere, meşhur mülteci alexander litvinenko'nun verdiği isim.

    bu tür bir devlette, suç örgütü ve resmi görevlilerin ilişkisi artık resmi devlet görevlilerinin suç şebekesinin bir parçası olmasına kadar varır.

    özellikle italya'da cosa nostra* ve japonya'da yakuza çetelerinin siyasiler ve bürokrasi ile olan ilişkileri bu kavramı tanımada önemli ipuçları vermektedir.

  • mehmet akif'in japonların müslümanlığını övmesi

    hayret verici bir övgü.

    bu japonlar bu satırlardan 25 sene sonra nanjing'de 300.000 sivili öldürüp 20.000 kadına tecavüz edecek olanlar değil sanırım.

    (bkz: nanjing katliamı)
    (bkz: unit 731)

  • harun tekin'in konuşması bize ne anlatıyor?

    harun tekin'in sanatçı duyarlılığıyla kaleme alıp, bir bağış etkinliğinde okuduğu bu metni çok beğendim. samimi ve coşkun hisleri bana da etki etti. metnin tamamını verdikten sonra, parça parça inceleyeceğim. videosu için link burada.

    "bu toprağa layık olmayan ne varsa değişecek. biz de değişeceğiz. yöneten de değişecek. burası cumhuriyetin 100. yılında umutsuz ve çaresiz bir yer olmayacak. olamaz. biz haklı öfkemizi yanlış yerlere boca etmeyeceğiz. birbirimize de boca etmeyeceğiz. iki hafta sonra normale de dönemeyiz. bu normale dönülecek bir şey değil. iki ay sonra da dönemeyiz, iki yıl sonra da. normalimiz yok bizim. bizim normalimiz enkaz altında kaldı. bizim ülkemiz "total" enkaz altında kaldı. bizim bu kaybettiğimiz insanlara sözümüz de bu enkaz altından çıkmak olmalı. ülkece çıkmamız gerekiyor. o ilk iki gün mehmetçiği, kızılayı, madenciyi, askeri ulaştıramadığımız insanlara sözümüz olması lazım. bu yaşadığımız şey bizim kaderimiz değil. biz yaşadığımız hayatı değiştirebiliriz. bize cumhuriyeti kuranların da 100 yıl önce söylediği şey bu. biz kendi hayatımızı değiştirebilecek haysiyette, iyi kalpli, bilime inanan insanlarız. yardımlaşıyoruz ve biz canavarlaşmayacağız. birbirimizi yemeden yapacağız bunu. bütün canavarlara rağmen canavarlaşmayacağız. hem vergisiyle hem her şeyiyle zaten bağışını yapan insanların bütün bağışları için sonsuz teşekkürler. size de teşekkürler. bu dayanışma insanlığın kitabını yazmaya devam eder ama bunun üstüne yepyeni bir ülke kurmamız gerekiyor."

    harun, içinde var olduğu toplumun yaşadığı bu felaketin, aslında doğadan değil, doğayı anlamamaktan da değil, doğayı anlamaya rağmen buna göre davranmamaktan ileri geldiğini anlamış. duyduğumuz bütün bu acıyı ve öfkeyi yalnızca yöneticilere kusmamızın anlamsızlığını da görüyor. 100 yıl önceyi hatırlatarak bize anlatmak istediği şeyler için daha güzel sözcükler bulmaya çalıştım, nafile. klavyem döndüğünce harun'un sözlerini açıklamaya çalışayım.

    "bu yaşadığımız şey bizim kaderimiz değil."

    shakespeare'in julius caesar oyununda, komploculardan biri olan cassius, brutus'a şöyle diyor;

    why, man, he doth bestride the narrow world
    like a colossus, and we petty men
    walk under his huge legs and peep about
    to find ourselves dishonorable graves.
    men at some time are masters of their fates.
    the fault, dear brutus, is not in our stars,
    but in ourselves, that we are underlings.

    o, yaşadığı dünyayı bir dev gibi kontrol ediyor.
    biz alelade adamlar da kocaman bacaklarının arasında dolaşarak
    kendimize onursuz mezarlar arıyoruz
    bazı zamanların bazı adamları, kaderinin efendisidir.
    ve kusuru, brütüscüğüm, talihimizde değil, bizde
    ondan bu kadar alçak oluşumuzun…

    yaşanan zorluklar ve felaketler için yazgıyı suçlamak pek kolay. eksikliklerimizi, yanlışlarımızı ve tembelliğimizi görmeden, kabullenmeden işin içinden çıkabiliyoruz. fakat bu aptalca (veya onursuzca) tepki, bir sonraki felakete zemin hazırlamaktan başka bir şey değil.

    değiştiremeyeceğimiz şeyleri bilip anlayarak, buna göre davranarak kaderimize yön vermek bizim elimizde. ünlü heccav george carlin, trafik kazalarını 'kaderin işi' olarak görenlere çok yerinde bir soru sormuştu. "asansörler neden çarpışmıyor?" cevabı basit: "çünkü asansörler, çarpışmalarını olanaksız kılan tasarımların ürünüdürler."

    böylece şu sonuca varabiliriz: japonya'da yalnızca 'deprem' olarak anlaşılan, olacağından haberdar olduğumuz bir doğa olayını 'asrın felaketi' yapan şey, bu doğal olaya hazırlıksız inşa edilmiş evlerimiz. kaderimiz değil, akılsızlığımız. fakirliğimiz değil, açgözlülüğümüz.

    "biz kendi hayatımızı değiştirebilecek haysiyette, iyi kalpli, bilime inanan insanlarız."

    harun'un hayatımızı (iyiye doğru) değiştirmemiz için gereklilik olarak sıraladığı şeylere bakalım.

    haysiyet: cicero'nun, meşhur metni 'de finibus bonorum et malorum'da iki bin yıl önce insanlığa anlatmaya çalıştığı bir şey var. a falsis principiis proficisci; yanlış prensiplerden hareket etmek. bu hareket, bu felaketin sebebidir işte. haysiyet dediğimiz özellik; anlaşılan veya sezilen doğru erdemlerin edinilmesini ve yaşatılmasını gerektirir. eğer bu erdemler, küçük veya büyük çıkarlar için esnetilir veya görmezden gelinirse haysiyetsizce davranılmış olur. zaten çoğu insan, "yahu ben zaten dürüst değilim, çıkarım için her şey bana mübahtır." diyerek hareket etmiyor. akılmıza gelecek en kötü insanların bile kendince, çeşitli mazeretlerle savunabileceği davranışları ve kararları var. asıl mesele, bu mazeretlere sığınmaksızın, doğru davranışı her koşulda sürdürebilmekte.

    iyi kalpli: ezici çoğunluğumuz bu depremin sebep olduğu ölümler, yaralanmalar ve psikolojik yıkımı içimizde hissetti. hiçbir yakınına zeval gelmeyen biri bile, aynı dili konuştuğu insanların acılarını kendi acısıymış gibi duydu. bu zararın artmasını önlemek ve telafi etmek için kimimiz fiziksel olarak deprem bölgesine koştu, kimimiz evini depremzedelere açtı, kimimiz yardımcı kuruluşlara ayni-nakdi yardımlarda bulundu. ancak iyi yürekli bir insanın yapması gereken şeyler bunlardan ibaret değil. en muhalifimizin bile şapkayı önüne alıp düşünmesi gerekiyor.

    felaketin asıl yaratıcısı olan denetimsizliğin sebebi nedir?
    iki gün boyunca ordu ve sorumlu kurumlar felaket bölgesinin her yerine neden ulaşamadı?
    neden depremzede bir evlat edinildikten sonra onunla evlenmeye cevaz veren bir kuruma aktarılan vergiler var?
    afad afetlere müdahale genel müdürü'nün doktora tezi, neden bir şeyhin hayatı ve tasavvufi görüşleri üzerine?

    bu soruların cevabını bir şahıs veya bir partinin davranışlarıyla açıklamak yetmiyor. zamanında hakkı öyle ya da böyle yenmiş bir nüfusun, rövanşist hislerle canhıraş sarıldığı bir hareketin, yeniden dağıtım ve kadrolaşmasının sonucu bu durumlar. yarın rüzgar tersine esmeye başladığı zaman "öyle ya da böyle" hak yememek, harun'un bahsettiği, "iyi kalpli" olmanın başka bir gereği. elbette bütün suçlular, bütün suçlar için cezalandırılmalı. ancak, suçsuz olanlar da aynı ideoloji veya hassasiyetleri taşıdıkları için kutsal haklarından mahrum kalmamalılar.

    bilime inanan: burada harun'a maalesef katılamıyorum. bilime yeterince inanmıyor, güvenmiyoruz. ülkenin en çok ziyaret edilen sitesi olan ekşisözlük'ün en beğenilenler listesinde günaşırı, "doğaüstü olaylar" var. "içimde bir sıkıntı vardı, kaza oldu" gibi hikayelere teveccüh etmeyi ne zaman bırakabiliriz bilemiyorum. eğitimli, hatta doktora sahibi insanlarımızın bile neresinden baksan abuk inançlara ve kanaatlere sahip olduğunu esefle görüyorum. yalnızca yönetimin koltuk bahşettiği vasat yöneticilerin değil, bunları eleştirdiği için kendilerinin aydınlık yarınlar olduğuna inanan insanların da kendine dönüp bir bakmasına ihtiyacımız var.

    zira doğru ve yanlış tek çizgideki iki uç değil. yanlıştan uzaklaşmak bizi -illa ki- doğruya yaklaştırmıyor. başka bir laciverte bürünmüş, başka bir yanlışa gitmemek için sorgulayıcı bir akılla ilerlememiz lazım.

    "yardımlaşıyoruz ve biz canavarlaşmayacağız. birbirimizi yemeden yapacağız bunu."

    harun'un en güzel mesajı bu. ne güzel insanmış.

    aynı duygularla hislenen, aynı şeyin incittiği bizler, güzel şeyler yapmak ve mutlu bir gelecek inşa etmek için, bu amacı taşıyan herkesle yan yana durarak, tahammülle, saygıyla ve sabırla hareket etmeliyiz. hukuk gibi, dürüstlük gibi uygar insanların dokunulmazı olan değerlerden ödün vermeyerek yapmalıyız bunu. ve birinin özgürlüğünden yalnızca, herkesin özgürlüğü için feragat etmeliyiz. aksi halde kendi kuyruğunu yutan habis bir yılan gibi sürünür dururuz.

    kaynak:
    cicero, reynolds(1998). cicero de finibus bonorum et malorum. clarendon press.
    shakespeare, w., sanders, n., & wiggins, m. (2005). julius caesar. penguin books limited.

  • resneli niyazi

    resneli ahmet niyazi: hürriyet kahramanı, büyük ittihatçı. meşrutiyet ilanından önce emrindeki birliği ve gönüllüler ile beraber makedonya ohri'de dağlara çıkmış, padişaha kul-köle olmaktan gocunmayan bilinçsiz ve/veya onursuz zevatın özgürlüğünü de cansiperane savunmuştur.

    balkan savaşları sırasında, kendi koruması tarafından bir tartışma esnasında vurulması meşhur "ne şehittir ne gazi, pisi pisine gitti niyazi" deyişine kaynak olmuştur.

    cumhuriyet tarihimiz ahmet niyazi bey gibi zamanından önce giden nice kahramanlarla dolu. fakat insan memleketin hâla teba olmayı kabullenebilen şuursuzlarla dolu olduğunu görünce, ahmet niyazi gibi diğer hürriyet kahramanlarının da 'pisi pisine' mi gittiğini sormuyor değil.

/ 3 »