• insan...
    dik yürüyen, dik koşan, alet yapan, ateşi ehlileştiren,
    ilk konuşan, mağaraya resim çizen, avlayan, toplayan,
    eken, biçen, ağaçları kesen, hayvanları evcilleştiren,
    demiri büken, kılıcı kuşanan, mızrak ordu diken diken,
    altını seven, denize açılan, fetheden, kıyan, kıyılan...

    insan... beynimizde yaklaşık 86 milyar nöron dediğimiz sinir hücresi bulunmaktadır. her bir nöron da sinaptik boşluk dediğimiz 10-15 bin bağlantı noktasına sahiptir. bu bağlantı noktaları sayesinde tüm nöronların bir şekilde birbiri ile bağlantısı vardır. yani a nöronundan b nöronuna ulaşmak için arada tek bir nöron da olabilir, 86 milyar nöron da olabilir. nöronların birbiri ile yapabileceği veri ağını gözünüzde şu şekilde canlandırabilirsiniz:

    önünüzde 86 milyar farklı kapı olsun. istediğiniz herhangi birisinden içeri girebilirsiniz. girdiğiniz her kapının 86 milyar kapıdan 10-15 bin tanesine geri açıldığını göreceksiniz. kendi içinde, ikişer, üçer, beşer kapı geçerek ulaşacağınız hedef de olabilir, seksen altışar milyar farklı kapıları aça aça ulaşabileceğiniz hedef de olabilir. ortaya çıkabilecek olasılıklar kümesini hesaplayabilecek bilgisayar var mıdır bilmiyorum. işte, aslında insan bu olasılıklar kümesinin toplamı ve ta kendisidir.

    doğumumuzdan ölümümüze kadar gördüğümüz, duyduğumuz, tattığımız, kokladığımız, dokunduğumuz her şey bu nöron ağında bir iz bırakıyor. bazı izler silinip giderken, bazı izler tekrar tekrar hatırlanmak istense de istenmese de derinlere kazınıyor. okuduğunuz her kitap, çözdüğünüz her problem, çizdiğiniz her resim, dinlediğiniz her müzik, izlediğiniz her film, gördüğünüz her olay, duyduğunuz her bilgi, yediğiniz her yiyecek, gezdiğiniz her şehir, elini tuttuğunuz her insan nöron ağınızda bir yol katediyor, beyninizde bir olgu oluşturuyor, sizi hissetmeye ve düşünmeye sevk ediyor ve inşa edeceğiniz insan profiline bir tuğla koyuyor.

    şöyle genel bir inanış vardır: dna zinciri ve genetiğimiz, nasıl bir insan olacağımız bilgisini içermektedir. hayır değil. dna zincirinizde ne kadar nörona, ne kadar sinaptik boşluğa sahip olacağınız, nöron gruplarınızın beyninizin hangi bölgesinde daha yoğun, hangi bölgesinde daha seyrek kümeleneceği bilgisini içerir. beyninin vicdan muhasebesi yapılan bölgesinde, normal bir insana göre daha az nöron kümelenen, yani altyapı olarak daha zayıf bir vicdan temeline sahip insan büyük olasılıkla katil veya hırsız olacaktır diye bir şey söz konusu değildir. nöronlar, insanların yaşadıkları hayata ve tecrübelere paralel olarak, 30 yaşına kadar farklı sinaptik bağlantılar oluşturabilmektedir ve sürekli bir etkileşim içindedir.

    insanlar katil veya hırsız doğmaz. insanlar yalancı, riyakar, kibirli, açgözlü, sinsi, alçak ve namussuz doğmaz. insanlar dürüst, onurlu, cömert, cesur, yardımsever, alçak gönüllü de doğmaz. insanlar sadece temiz ve beyaz doğarlar. algıladığımız her şeyin beynimizde farklı renklere sahip kağıt şeklinde bir olgu çıktısı oluşturduğunu düşünelim. doğumdan ölüme kadar bu renkli çıktıları üst üste koyalım. işte ortaya çıkan renk biz kendimiziz.

    bizimle her bir nöronuna, her bir sinaptik boşluğuna kadar bire bir aynı organik bir beyin oluşturduğumuzu düşünün, yani bizim kopyamız. onu bizim evrenimizde yaşanan her şeyin, hatta bir bal arısının kanat çırpışına kadar aynı olacak şekilde tasarlanan paralel bir evrene yerleştirin. bu evren sadece yapılacak tercihler doğrultusunda değişime uğrasın, malum kelebek etkisi... kopyamızın tercihleri bizimle aynı olur muydu? ya da bizim kendimizi aynı paralel evrene koyun. tercihlerimiz değişir miydi?

    -...-

    insan... gülen, ağlayan, sevinen, üzülen, kızan, kızaran, şaşıran, heyecanlanan, özleyen, arzulayan, kıskanan, böbürlenen, acıyan, acıtan, paylaşan, hatırlayan, unutan... düşünen, soran, sorgulayan, araştıran, bulan, bilen, öğrenen, öğreten...

    insan kendine özgü sahip olduğu tüm duygularına rağmen, yaklaşık 86 milyar sinir hücresi, 1000 trilyon nöron bağlantısıyla, 50'den fazla farklı hormonları, 60'dan fazla farklı nörotransmitter "sinir hücreleri arasındaki sinaptik bağlantılarda veri iletimini sağlayan kimyasallar" molekülleriyle, bazen uzaktan, bazen en derinden o kadar yapay duruyor ki...

    bir sabah yatağınızda doğrulmuş, hiçbir şey düşünemeden en derin ve sessiz anlamsızlıklara dalmış, farkındalığın en keskin ucunda, en yakınınızın mutfaktan gelen sesi nasıl da bir yabancının sesine bürünüyor. yüzünüzü yıkarken her sabah aynada göz göze geldiğiniz yüz nasıl da bir yabancıya dönüşüyor...

    depersonalizasyon dediğimiz rahatsızlık farkındalığın en keskin ucu olsa gerek. sinir sistemimizin oluşturduğu mekanik bilinçle göz göze gelmektir depersonalizasyon. işin ilginç ve ürkütücü tarafı mekanik bilinciniz de onu uzaktan izlediğinizin farkındadır. bu noktada iç sesinizi hanginizin sahipleneceğine dair küçük bir problem ortaya çıkmaktadır. bunun çözümü iç sesinizi de ona emanet edip, aynada kendinize göz kırpıp gülümsemektir. eğer iç sesinizi sahiplenmekte diretip ısrar edecek olursanız, şimdiden tebrikler, şizofreni 1'e hoş geldiniz. *

    milyarlarca yıllık gelişimin ve değişimin sonucu bize insanı hediye eden bu evren eğer simülasyon olsaydı... belki de bir üst akılın yaptığı kozmik bir deney içinde dikkate alınmayan, hatta varlığı fark bile edilmeyen bir insan modeli ve göz ardı edilmiş muazzam bir yapay zeka havuzu... fakat insan, bilinçli bir proje ise, bu yapay zeka havuzu üst akıla neler sunabilirdi?

    öncelikle üst akılın yapması gereken bazı görevler vardır. yapay zeka olduğumuz gerçeğini kavrayabilme ihtimalimizi ellerinden geldiği kadar bizden uzak tutmalıdırlar. projeleri, bize sundukları evrenin gerçekliği ve bizde yarattıkları gerçeklik duygusu kadar başarılı olacaktır. ışık hızı, mutlak sıfır, planck sabiti gibi kozmolojik sabitleri her ne kadar kafamızı bulandırsa da, sistemlerinin altyapısını oluşturmak için bu birimlere ihtiyaçları olacaktır. biz nasıl iki boyutlu bir modele perspektif katarak simüle karakterimize üçüncü boyutta hareket etme yanılgısını veriyorsak, onlar da bize karşı "zaman" gibi hilelere başvurabilirler. *

    yapay zeka havuzumuza geri dönelim. öncelikle üst akılın dışarıdan müdahalede bulunduğunu varsayarak havuzumuzu irdeleyelim. bizleri toplumsal olarak test ve gözlem amaçlı, belki de manüpüle amaçlı kral, ya da peygamber, veya lider modeli ajan programlar gönderilmiş olsun. bu programlar kendi varlıklarını sorgulayabilir mi? sorgulayabildikleri andan itibaren aramızda yapay zekasal bir farktan söz edebilir miydik?

    -...-