2 entry daha
  • bu başlık bana bir hikayeyi hatırlattı.

    birinci dünya savaşı sırasında, ninemin dedesi ruslara esir düşüyor. bir hapishanede uzun süre kaldıktan sonra da bir yolunu bularak kaçıyor. tam olarak rusya'nın neresindeki bir hapishanedir, bilmiyoruz ama üç ay yürüdüğünü hikaye ediyor.

    velhasıl, bu yürüyüşün bir kısmında da bir trene kaçak olarak binmeyi başarıyor dede. ancak, rus askerleri de bu kaçak binişi fark etmiş olacaklar, dedeyi saklandığı yerde buluyorlar. üç asker aman vermeden tüfekleri doğrultup ateş etmeye hazırlanıyorlar.

    dede, can havliyle bildiği biraz rusça ile düşmanları iknaya uğraşıyor. ikna çabasının beyhudeliğini anladığında da onlara türkçe küfretmeye başlıyor. burada zikrettiği küfürlü pasajın muhtevasını da bilemiyoruz, ancak şöyle bir mucize gerçekleşiyor:

    askerlerden biri kazak. bu kazak, dedenin sövgülü pasajındaki türkçe kelimelerden, dedenin türk olduğunu anlıyor ve o anda, gerçek kimliği harekete geçiyor. ani bir idam mangasına dönüşmüş olan ekibin içinde bir karışıklık yaratıp diğer rus ikiliyi dedenin de yardımıyla öldürüyorlar.

    neden anlattım bu hikayeyi? çünkü ataç'ın ve yeni cumhuriyetin çabalarıyla dilimiz, araplarla ve perslerle değil de, hakiki akrabalarımızla bağ kurabileceğimiz bir özellik kazanmaya çalıştı.